17 Mayıs 2007 Perşembe

“Kadınlar vakarla evlerinde otursunlar!”

“Kadınlar vakarla evlerinde otursunlar!”
Ahzap 33

“Evlerinizde oturun; eski cahiliyede olduğu gibi açılıp saçılmayın; namazı kılın; zekâtı verin; Allah'a ve peygamberine itaat edin. Ey Peygamberin ev halkı! Şüphesiz Allah sizden kusuru giderip sizi tertemiz yapmak ister.”

Vakarla evlerinizde oturun. Evlerinizde sebat bulun, sebat edin. Evlerinizde huzur bulun. Huzur ve güven içinde evlerinizde oturun. Karar yeri, faaliyet alanı olarak evlerinizde bulunun. İffet ve hayanızı vakarla koruyarak evlerinizde oturun. Sizin sorumluluk sahanız evlerinizdir. Çok zarûrî bir ihtiyacınız olmadığı müddetçe evlerinizden dışarıya çıkmayın. İslâm öncesi cahiliye kadınlarının yaptığı gibi ziynetlerinizi yabancı erkeklere göstermeyin. Cahiliye kadınları gibi kırıtarak yürümeyin.

Önceki âyetlerle Hz. Peygamberin hanımlarının ekonomik kaygıları giderildi, lüks, konfor kaygıları bitirildi. Ulaşabilecekleri, hedefleyebilecekleri bir hayat standardı dertleri kalmadı. Evlerinde çarşı pazara çıkıp bir rızık kazanma sorumlulukları, para kazanma dertleri kalmadı. Kendilerine tanınan dünya ve âhiret olarak ikisinden birini tercih yetkilerini âhiretten yana kullandılar. Onun içindir ki altlarındaki bir hasır sergiye, önlerindeki bir kuru ekmeğe, bir kuru hurmaya razı oldular. Üzerlerindeki tek yamalı elbiseye razı oldular. Artık niye ekonomik bir kaygıyla evlerini terk edip dışarıya çıksınlar ki? Artık vakarla evlerinde otursunlar. Ve daha önceki, din gelmeden önceki cahiliye açık saçıklığıyla dışarıya çıkmayacaklardır. Evet işte böylece şartlar belirlenmiş oldu. Allah’ı tercih ettiler, Peygamberi tercih ettiler. İşte bu tercihleriyle birlikte evlerinde vakarla oturacaklar ve bu onlar için gâyet kolay olacaktı.

Ama, eğer şu anda müslüman hanımlar için şartlar oluşmamışsa, erkekler olarak, kocalar olarak bizim tercihimiz, kadınlar, kızlar olarak hanımların tercihi dünyadan yanaysa, dünyanın lüksünden, konforundan yanaysa o zaman evdeki hanımları nasıl evde tutabileceğiz? Nasıl vakarla evlerinizde oturun diyebileceğiz onlara? Erkekler olarak bizim ekonomik gücümüz yetmeyecek, çevremdeki önderlerin, hocaların, patronların, efendilerin hayatına, hayat standartlarına ulaşamayacağım. Böyle bir durumda elbette benim hanımım, benim kızım da onların hayat standartlarının, konforlarının sevdalısı olacaklar, giydirdiğim eski elbiseleri beğenmeyecekler, benim sergilerimi beğenmeyecekler ve aşağılık duygusu içinde kendilerini dışarıya atacaklardır.

Allah affetsin! Bugün Peygamberin hayatını, Peygamberin yaşam tarzını hayal bile edemiyoruz. Söyleyin Allah aşkına, niye mutfak olacak evlerimizde? Niye kap kacak olacak? Niye elektrikli, tüplü ocaklar olacak? Niye otomatik makineler olacak? Niye ütü olacak? Niye her öğün mutfakta yemek pişirilecek? Niye en güzelinden halılar, sergiler olacak? Var mıydı acaba Hz. Peygamberin özel bir mutfağı? Evinde özel bir yatak odası var mıydı Hz. Peygamberin? Banyosu, tuvaleti var mıydı? Ben bunların yokluğunu bile düşünemiyorum bugün. Çünkü o hayatı örnekleyecek önderler kalmadı. Rasûlullah’ın yaşadığı hayatı yaşayıp insanlara gösterecek kimse kalmadı. Müslüman erkeklerin, müslüman hanımların örnek alacakları ve yaşadıkları hayattan asla bir aşağılık duygusu duymayacakları, “niye benim yok?” demeyecekleri pratik örnekler yoktur bugün.

Hocasıyla, hacısıyla, şeyhiyle, mürşidiyle İslâm onurunun, İslâm kişiliğinin tamamen yok edildiği bir dünyada yaşıyoruz. Ve dünya müslümanları da bu örnek olamayan örneklere imrenerek sapıp gitmektedirler Allah korusun. Zavallı müslümanlar liderlerinin, şeyhlerinin, efendilerinin, hocalarının hanımlarının giydiği elbisesine özenerek, mantosuna ulaşmak için bir ömür koşturmak zorunda kalmaktadırlar. Onların çocuklarının cep harçlığına ulaşabilmek, onların çocuklarının özel okul masraflarını bulabilmek için bir ömür koşturmak zorunda kalmaktadırlar. Onun hayat standardına ulaşabilmek için bir ömür değil, iki ömür bile yetmeyecektir. Zavallı müslümanlar işleri güçleri kadınıyla erkeğiyle çalışıp çırpınmak olacaktır. Erkeğin gücü yetmeyince de, haydi hanım, sen de gel, sana da iş bulalım. Kızım gel sen de çalışmalısın. Olmadı, gece vardiyelerine de gitmeliyiz diyecekler, ailecek evlerini terk edecekler. İffetler zedelenecek, hayalar törpülenecek, bir ekonomik kavga içinde aileler yok olup gidecektir.

Öyle olmuyor mu şu anda? Erkek eve geldiğinde hanımı bulamıyor, hanım geldiğinde kocasını bulamıyor, kız gece geliyor, oğlan akşam çıkıyor, hayat cehennemî bir hayata dönüşüyor. Yavaş yavaş kendilerini örnek aldığımız hıristiyanî bir dünyanın, yahudi bir dünyanın insanı olup çıkıyoruz. Parçalanmış aileler, erkek ayrı kadın ayrı, oğlan ayrı kız ayrı dünyaların insanları olup çıkıyorlar Allah korusun.

Evet, Rabbimizin özelde Peygamber efendimizin hanımlarına, ama genelde müslümanların hanımlarına söylediği ise bunun tamamen zıttıdır.

Evlerinizde vakarla oturun ey mü’mine hanımlar. Peki nasıl oturalım evlerimizde? demeyeceğiz. Eğer Peygamberin hanımlarının tercih ettikleri bir hayatı, tercih ettikleri bir cenneti bizler de tercih ediyorsak bunu demeye hakkımız olmayacaktır. Eğer âhireti, Allah’ın rızasını, Allah’ın hazırladığı o gözlerin görmediği, kulakların duymadığı, hiçbir beşer aklının ihata edemeyeceği bir cenneti tercih etmişsek o zaman unutmayalım ki üzerimizdeki elbise 10 sene idare edebilecek, evimizin eşyası 40 sene idare edebilecek. En büyük derdimiz Allah’ın istediği gibi namazımızı ikâme etmemiz, zekâtımızı vermemiz, Allah ve Rasûlüne itaat etmemiz olacaktır. Bunun dışındaki kaygıların, dertlerin tamamı sona alınacaktır. Allah’ın bizim için indirdiği âyetlerini, Rasûlünün sünnetini, hadislerini önce kendimize okuyacağız, öğreneceğiz, sonra da başkalarına okuyacağız, öğreteceğiz.

Ey peygamber hanımları, bilesiniz ki Allah sizden rics’i, günâhı, kötülüğü gidermek ister. Sizi temizlemek ister. Evet buradaki “Ehl-i Beyt” ifadesiyle Rasûlullah efendimizin hanımları kast edilmektedir. Çünkü önce, ‘ey peygamber hanımları’ diye söze başlandı. Ama elbette ev halkı ifadesi genel anlamıyla hem hanımları, hem de çoluk, çocuk ailenin tamamını kapsamaktadır. Müslim’deki bir hadiste bunun böyle olduğunu anlatır. İnsanlardan kimileri bu ehl-i beyt kavramı içine sadece Peygamber aleyhisselamın çocuklarını katarak zevcelerini dışarıda bırakmak isteseler de bu yanlıştır. Neyse bırakalım şimdi bu tartışmaları. Rabbimiz buyuruyor ki, “ey ehl-i beyt bilesiniz ki Allah sizden rics’i, kusuru, günâhı, hatayı gidermeyi, sizi tertemiz yapmayı murad ediyor. Eğer sizler Rabbinizin sizden istediği bu davranışları benimser, Allah’ın istediği gibi bir hayata yönelirseniz Allah sizi temizleyecektir. O sizi günâh kirlerinden arındırmak istemektedir.” Bu ifade Peygamber ailesinin tıpkı Peygamber efendimiz gibi mâsum ve günâhsız oldukları anlamına değildir.

Mâide sûresinin 6. âyetindeki abdest alan müslümanlar hakkında Rabbimizin:

“Allah sizi tertemiz kılmak ve size olan nimetlerini tamamlamak istiyor.” meâlindeki âyet gibidir.

Evet müslüman bir kadın bir zaruret icabı sokağa çıkmak zorunda kalmışsa cahiliye kırıtışıyla, ziynetlerini açığa vurarak teberrücle yürümemelidir. Teberrüc kelimesinin anlamı şöyledir: Kadının sokakta yüzünü ve vücudunun cazibesini, ziynetlerini, ziynet yerlerini, takılarını başkalarına göstermesi, cilvelerle dikkat çekip kendisini ortaya koyması, insanların dikkatlerini üzerine çekmesi anlamlarına gelmektedir. Evet bu yasak da peygamber kadınları şahsında tüm mü’mine hanımlara yapılmaktadır.

Öyleyse hiçbir müslüman kadın Allah’ın yasakladığı şekilde fiziksel güzelliklerini, fiziksel cazibesini ortaya koyacak bir şekilde evinden dışarıya çıkmamalıdır. Müslüman hanımların yerleri, örtüleri evleridir. Zaruretsiz evini terk eden müslüman kadınlar örtülerini kaybetmişlerdir. ALİ KÜÇÜK

İTİRAF

Evet, insan doğduğunda niçin ağladığını iyice düşünmedi.

Evet, insan kendinin sebeb-i hikmetini bilmiyor.

Evet, insan başıboş bırakılmadığını unutmaya başlayalı çok oldu.

Evet, insan nefsini her şeyden daha çok seviyor.

Evet, kâinatın Yaratıcısı “Karada ve denizde insan eliyle bozulma başladı “ buyurdu.

Evet, insan etrafını tahrip ediyor, çağlar boyu...

Evet, insan gökyüzünde yıldızların var olduğunu bile unutmaya başladığının farkına varamıyor.

Evet, insan büyük şehirlerde zindan hayatı yaşıyor.

Evet, insan gülümsemeyi unutup, surat asmayı kanıksadı.

Evet, insan saçının bakımını yaparken, ozon tabakasını deleceğinin bilincine varamıyor.

Evet, insan kış ortasında domates yemenin neleri yok ettiğini düşünmüyor.

Evet, insan yeşil rengin, yerini beton renksizliğine bıraktığını görmek istemiyor.

Evet, insan lüks hayat yaşamakla övünüyor; sonra da şikâyet ediyor her şeyden.

Evet, insan saatte 200 km yol alıyor; geride neler bıraktığına bakmıyor.

Evet, insan sıcak sımsıcak kürkler giyiyor ama kış uykusuna yatmıyor!

Evet, insan çalışmamakla övünüyor; tedavi olmak için çok çalışmak zorunda kalıyor.

Evet, insan her işini makineyle yapmaya bayılıyor; sonra da, eskiden bu kadar hastalık yoktu diye sızlanıyor.

Evet, insan her şeyi tadıyor günümüzde; ama ağız tadının kalmadığından yakınıyor.

Evet, insan komşusundan habersiz tok yatıyor; sonra da insanlar neden böyle yalnızlaştı diye ağlıyor.

Evet, insan kışın kar yağdı diye sinirleniyor; yazın pınarların kurumasına kahroluyor.

Evet, insan kurtulmak istiyor; ama bir türlü “ya Rabbi nefsimize zulmettik” diyemiyor.N. Hatem Ercan

MUSTAFA SUNA

“SU”YU GÖRÜNCE

Anaç tavuğun altına, kuluçkalık yumurtalar koydular; tavuk, hindi, ördek yumurtaları..

Tam-tamına, yirmi bir gün sürdü anaç tavuğun sabır çilesi. Sıcaklığından, sıcaklık verdi, ısıttı kendisine emanet edilen yumurtaları. Yem ve tuvalet ihtiyacı dışında fasılasız yirmi bir gün boyunca, yaratanının, anaç yüreğine koyduğu fıtrî sevk-i tabiî ile nöbetini aksatmadı…

Vakit geldiğinde bir-bir, kabuklarını kırıp yumurtalarından çıkmaya başladı civcivler: Tavuk, horoz, hindi, ördek.

Kendisi tavuk olmasına rağmen anaç yüreği, hiçbir yavruyu diğerinden ayrı tutmuyor, onları gezdiriyor, kanatları altına alıp, ısıtıyor, gelebilecek tehlikelerden koruyor, yavrularına zarar verebilecek canlılara karşı koymada, hayatını riske atmaktan çekinmiyor, bulduğu yiyecekleri yemiyor, onlara yediriyordu…

Yine, gezintiye çıkılan günlerin birinde yakınlarda bulunan bir gölcüğe yaklaşıncaya kadar, her şey normaldi. Yavrular, anaç tavuğun civarından ayrılmıyor, buldukları yemlerin peşinden, bir o yana, bir bu yana koşturup duruyorlardı. Ta ki, gölcüğe yaklaşılıp; “su”yu görünceye kadar. Bir anda ördek yavrusu olan civciv, sürüden ayrılmış ve gölcüğe doğru koşmaya başlamıştı; peşinden de, anaç tavuk. Yetişinceye kadar, çoktan suya atlamıştı bile. Dışarıda, anacığı çırpına dursun o, badi-badi ayaklarıyla, suda neşeyle yüzüyor, arada bir, dalıp-çıkmalarla, dışarıda çırpınan anacığının yüreğine, korku üstüne korku salıyordu… Hâlbuki diğer civcivlerin de gözü suyla temas sağlamıştı. Su ile ördek yavrusu arasındaki bağ neydi ki, diğer yavruları etkilemeyen su, ördek yavrusunun fıtratında bulunan mekanizmayı harekete geçirmiş ve onun gölcüğe doğru yönelmesini sağlamıştı…

İnsanlar; uzaktan kumanda aletleri icat ettiler… Kumanda aletleri nasıl da harekete geçiriveriyor, frekansı aynı olan alıcı konumundaki mekanizmaları...

Bir Ömer vardı: Öz kızını, diri-diri toprağa gömecek kadar cânî, helvadan yaptığı putları, taptıktan sonra, acıkınca yiyecek kadar gülünç. Hışımla geliyordu kız kardeşinin evine. Müslüman olduklarını duymuş hesap sormaya... Sonrası?.. Hırpalanmış, eli-yüzü kan içinde bir kız kardeş… Sakinleşti, onlardan okudukları şeyi getirmelerini istedi. Okudu… Dinledi, dinledi... Dinlediği farklı bir şeydi. Dinlendi... Eski Ömer gitmiş, yerine başka bir Ömer gelmiş, fıtratını kirleten, “Müşrik Ömer” programı silinmiş, fıtratında bulunan “Müşfik Ömer” programı devreye girmişti. O, artık, sıradan bir Ömer değil, Hz. Ömer’di... Dinlediği ve “su” gibi okunan Kur’an-ı Kerîm, “Müşrik Ömer” programını kapatıp “Müslim Ömer” programını harekete geçirmişti; Çünkü; Kur’an-ı Kerîm’i okuyanlar “su” gibi okuyorlardı..

O su ki, damlaya damlaya en sert mermeri bile deler.