17 Mayıs 2007 Perşembe

MUSTAFA SUNA

“SU”YU GÖRÜNCE

Anaç tavuğun altına, kuluçkalık yumurtalar koydular; tavuk, hindi, ördek yumurtaları..

Tam-tamına, yirmi bir gün sürdü anaç tavuğun sabır çilesi. Sıcaklığından, sıcaklık verdi, ısıttı kendisine emanet edilen yumurtaları. Yem ve tuvalet ihtiyacı dışında fasılasız yirmi bir gün boyunca, yaratanının, anaç yüreğine koyduğu fıtrî sevk-i tabiî ile nöbetini aksatmadı…

Vakit geldiğinde bir-bir, kabuklarını kırıp yumurtalarından çıkmaya başladı civcivler: Tavuk, horoz, hindi, ördek.

Kendisi tavuk olmasına rağmen anaç yüreği, hiçbir yavruyu diğerinden ayrı tutmuyor, onları gezdiriyor, kanatları altına alıp, ısıtıyor, gelebilecek tehlikelerden koruyor, yavrularına zarar verebilecek canlılara karşı koymada, hayatını riske atmaktan çekinmiyor, bulduğu yiyecekleri yemiyor, onlara yediriyordu…

Yine, gezintiye çıkılan günlerin birinde yakınlarda bulunan bir gölcüğe yaklaşıncaya kadar, her şey normaldi. Yavrular, anaç tavuğun civarından ayrılmıyor, buldukları yemlerin peşinden, bir o yana, bir bu yana koşturup duruyorlardı. Ta ki, gölcüğe yaklaşılıp; “su”yu görünceye kadar. Bir anda ördek yavrusu olan civciv, sürüden ayrılmış ve gölcüğe doğru koşmaya başlamıştı; peşinden de, anaç tavuk. Yetişinceye kadar, çoktan suya atlamıştı bile. Dışarıda, anacığı çırpına dursun o, badi-badi ayaklarıyla, suda neşeyle yüzüyor, arada bir, dalıp-çıkmalarla, dışarıda çırpınan anacığının yüreğine, korku üstüne korku salıyordu… Hâlbuki diğer civcivlerin de gözü suyla temas sağlamıştı. Su ile ördek yavrusu arasındaki bağ neydi ki, diğer yavruları etkilemeyen su, ördek yavrusunun fıtratında bulunan mekanizmayı harekete geçirmiş ve onun gölcüğe doğru yönelmesini sağlamıştı…

İnsanlar; uzaktan kumanda aletleri icat ettiler… Kumanda aletleri nasıl da harekete geçiriveriyor, frekansı aynı olan alıcı konumundaki mekanizmaları...

Bir Ömer vardı: Öz kızını, diri-diri toprağa gömecek kadar cânî, helvadan yaptığı putları, taptıktan sonra, acıkınca yiyecek kadar gülünç. Hışımla geliyordu kız kardeşinin evine. Müslüman olduklarını duymuş hesap sormaya... Sonrası?.. Hırpalanmış, eli-yüzü kan içinde bir kız kardeş… Sakinleşti, onlardan okudukları şeyi getirmelerini istedi. Okudu… Dinledi, dinledi... Dinlediği farklı bir şeydi. Dinlendi... Eski Ömer gitmiş, yerine başka bir Ömer gelmiş, fıtratını kirleten, “Müşrik Ömer” programı silinmiş, fıtratında bulunan “Müşfik Ömer” programı devreye girmişti. O, artık, sıradan bir Ömer değil, Hz. Ömer’di... Dinlediği ve “su” gibi okunan Kur’an-ı Kerîm, “Müşrik Ömer” programını kapatıp “Müslim Ömer” programını harekete geçirmişti; Çünkü; Kur’an-ı Kerîm’i okuyanlar “su” gibi okuyorlardı..

O su ki, damlaya damlaya en sert mermeri bile deler.

Hiç yorum yok: