
8 Mayıs 2007 Salı
B E L Â ve M U S İ B E T
* İki şey ebediyyen devam eder.Musîbetler ve ihtiyaçlar.
Hz.Osman (R.A.)
* Belâdan bir kadın gibi kaçarım.Karşıma çıktığı zaman da arslan.
Hz.Ali (R.A.)
* Mükâfatın büyüklüğü,belânın büyüklüğü nisbetindedir.
Hz.Osman (R.A.)
* Her kim ki dünyada keskindir dişi, Mutlak bir belâya çatar demişler.
Tokadî Zâde Şekip
* Başımıza belâ geldi deriz.Halbuki belâya ayağımızla kendimiz gitmişizdir.
Cenap ŞEHABEDDİN
* Sahibine merhamet edilmeyen en büyük belâ,kişinin kendi kendisini beğenmesidir.
Paozorkemiker
* Kim ki,kuvvetine aldanarak,zayıfları hor görürse,onun kuvveti başına belâ olur.
Beydeba
H İ K M E T L E R :
* Üç şey insan için büyük musibettir;Yokluk içinde nüfus çokluğu,âlimin kötü ahlâklı olması,hayasız kadına düşmek.
* Güzel bir kadına,hudut boyunda bir eve,yol üzerinde bir bağa malik olanın başı gürültü ve dertten kurtulmaz.
* İnsanın başına belâların gelmesi;Yeme,içme,eğlencede aşırı olması sebebiyledir.
* Vaktin faidesiz başa geçmesi,en büyük musîbettir.
* Belâ,insanın ağzından çıkacak kötü söze bağlıdır.
A T A S Ö Z L E R İ :
* Kul azmayınca belâsını bulmaz.
* Azana Allah belâ verir.
Hz.Osman (R.A.)
* Belâdan bir kadın gibi kaçarım.Karşıma çıktığı zaman da arslan.
Hz.Ali (R.A.)
* Mükâfatın büyüklüğü,belânın büyüklüğü nisbetindedir.
Hz.Osman (R.A.)
* Her kim ki dünyada keskindir dişi, Mutlak bir belâya çatar demişler.
Tokadî Zâde Şekip
* Başımıza belâ geldi deriz.Halbuki belâya ayağımızla kendimiz gitmişizdir.
Cenap ŞEHABEDDİN
* Sahibine merhamet edilmeyen en büyük belâ,kişinin kendi kendisini beğenmesidir.
Paozorkemiker
* Kim ki,kuvvetine aldanarak,zayıfları hor görürse,onun kuvveti başına belâ olur.
Beydeba
H İ K M E T L E R :
* Üç şey insan için büyük musibettir;Yokluk içinde nüfus çokluğu,âlimin kötü ahlâklı olması,hayasız kadına düşmek.
* Güzel bir kadına,hudut boyunda bir eve,yol üzerinde bir bağa malik olanın başı gürültü ve dertten kurtulmaz.
* İnsanın başına belâların gelmesi;Yeme,içme,eğlencede aşırı olması sebebiyledir.
* Vaktin faidesiz başa geçmesi,en büyük musîbettir.
* Belâ,insanın ağzından çıkacak kötü söze bağlıdır.
A T A S Ö Z L E R İ :
* Kul azmayınca belâsını bulmaz.
* Azana Allah belâ verir.
E V L E N M E K ve E V L İ L İ K
* Kızlarınızı çirkin insanlarla evlenmeye zorlamayınız.Çünkü onlar da sizin gibi güzeli severler.
Hz.Ömer (R.A.)
* Yarsız kalmış,cihanda ayıpsız yâr isteyen.
Ahmet Paşa
* Eğer kız alırsan temelin ara, İbtida varınca anasına bak.
Niğdeli Bezmi
* Belirli bir yaşa geldikten sonra evlenmeyen,evlenmemekte ayak direyen veya evliliğin aleyhinde bulunan insanda ya uzvî veya ruhî bir rahatsızlık vardır.
İ.Hakkı BALTACIOĞLU
* Kadını parası için alacak adam,avucunu açarken gözünü kapamak lâzım geldiğini bilmelidir.
R.Halit KARAY
* Ebedî bir şifâdır,evlenmek.
A.Hamdi TANPINAR
* İyi bir kadınla evlenmek,fırtınada sâkin bir liman,kötü bir kadınla evlenmek ise,sâkin bir limanda fırtınadır.
J.Petit SENNI
* Evlendikten sonra karınızın sizinle nasıl konuşacağını öğrenmek isterseniz,şimdi erkek kardeşiyle nasıl konuştuğuna bakın.
G.J.NATHAU
* Evlilik hayatında ara sıra kavga etmelidir.Çünkü insanlar ancak böyle birbirlerini anlarlar.
J.Wolfgang GOETHE
* Mesut bir evliliğin reçetesi gayet basittir.Birbirinize karşı oldukça nazik davranın.
Marie FRANCE
* Evlenme,boşanma işi,sırf kadınların elinde olsaydı,bir tek nikah sağlam kalmazdı.
F.Mihailoviç DOSTOYEVSKI
* Yoksul bir kızı,zengine verdin mi,halayık ettin demektir.
Teren TIUS
* Kızın iyi bir evlilik yaparsa,bir oğul kazanırsın,yoksa kızını kaybedersin.
G.Bernard SHAW
* Evlilik hayatı bir şehvet ticareti değil,bir can ortaklığıdır.Bu olmayınca evlilik yoktur.
John MILTON
* Her şeyde olduğu gibi,evlilikte de iç rahatlığı,zenginlikten üstündür.
Jean-Babtiste MOLIERE
* İyi bir koca aramaktan güç bir şey varsa o da,iyi bir zevce seçmektir.
Jean-Jacques ROSSEAU
* Evlilik bir gül bahçesi değil,bir mücâdele sahasıdır.
PETAIN
* Mutlu evlilik,kısa gibi gelen uzun konuşmaya benzer.
Andre MAUROIS
* Evlenirken kör olanın,evlendikten sonra gözleri açılır.
J.GLEASON
* Akıllıca bir evlilik yapmak istiyorsan,kendi denginle evlen.
OVIDIUS
* İnsan ömrünün en önemli olayı iyi bir eş seçimidir.
Brusus
* İyi bir eş,Allah'ın bize özel armağanıdır.
Alexander POPE
H İ K M E T L E R :
* Evlenen bir erkek,deniz satın alan bir adama benzer. Ne aldığı belli değildir:Fırtına mı,canavar mı,inci mi,kaya mı ?
* Karamanın koyunu sonra çıkar oyunu, Atla,avrat alırken önce öğren huyunu.
* Babası şeytan da olsa,iyi bir ananın kızıyla evlenen erkeğin sırtı yere gelmez.
* Kızı için zengin koca arayan babalar,ekseriya damatlarını kendileri beslemeye mecbur olurlar.
* Evlilik,samimi bir sevgi ile örülen bir kalp düğümüdür.
* Evlenmek,insanın ya boyuna taş bağlar,ya da başına tac giydirir.
A T A S Ö Z L E R İ :
* Komşu kızı almak kalaylı tastan su içmek gibidir.
* Senden alçaktan kız al,senden uluya kız verme.
* Kayış kesersen ince ve düz tasma yap,kız istersen arasını kesmeden iste.
* Evlenmesi bir alaca kuş,geçinmesi bora ile kış.
* Dolambaçlı da olsa yol iyi,kör olsa da kız iyi.
* Bekârın parasını it yer,yakasını bir yer.
* Erkek kuş gezer havayî havayî,dişi kuş yapar yuvayı yuvayı.
* Genci gence ver de,rızıklarını Allah verir.
* Ergen gözüyle kız alma,gece gözüyle bez alma.
* Çeyiz veren hanımcık gelin,çeyiz vermeyen karga gelin.
* Bekârlık maskaralıktır.
* Evlenirken güzelliğe kapılmamalı,huya bakmalıdır.
* Dikensiz gül olmaz,engelsiz yâr olmaz.
* Çok koca seçen kız,kelle evlenmek zorunda kalır.
* Bekâr adam,yarım adamdır.
* Komşunun kızıyla evlenmek kolay olur.
* Kalburcu kızı hanım olmaz.
* Sabahtan karnını doyuran,küçükken evlenen aldanmamıştır.
* Kız alan gözle bakmasın,kulakla işitsin.
* Kızını fırsat bulunca,oğlunu canım isteyince evlendir.
* Pekmezi küpten,kadını kökten al.
* At almağa câhil,kız almağa ehil gönder.
* Ergene var ergene,tasasız gir yorgana.
* Tarlayı düz al,kadını kız al.
* Evlilik bir nimet,bekarlık bir mihnettir.
* Yiğide ver kızını,mevlâ verir rızkını.
* Anasına bak kızını al,kenarına bak benzini al.
* Sevip dostuna,boşanıp kocana varma.
* Eğlendiğinle evlenme,evlendiğinle eğlenme.
* Para için evlenen erkek,hürriyetini satmış demektir.
İngiliz Atasözü
* Bekar,Tavus kuşudur.Nişanlı aslan,evlide koyun.
İspanyol Atasözü
Hz.Ömer (R.A.)
* Yarsız kalmış,cihanda ayıpsız yâr isteyen.
Ahmet Paşa
* Eğer kız alırsan temelin ara, İbtida varınca anasına bak.
Niğdeli Bezmi
* Belirli bir yaşa geldikten sonra evlenmeyen,evlenmemekte ayak direyen veya evliliğin aleyhinde bulunan insanda ya uzvî veya ruhî bir rahatsızlık vardır.
İ.Hakkı BALTACIOĞLU
* Kadını parası için alacak adam,avucunu açarken gözünü kapamak lâzım geldiğini bilmelidir.
R.Halit KARAY
* Ebedî bir şifâdır,evlenmek.
A.Hamdi TANPINAR
* İyi bir kadınla evlenmek,fırtınada sâkin bir liman,kötü bir kadınla evlenmek ise,sâkin bir limanda fırtınadır.
J.Petit SENNI
* Evlendikten sonra karınızın sizinle nasıl konuşacağını öğrenmek isterseniz,şimdi erkek kardeşiyle nasıl konuştuğuna bakın.
G.J.NATHAU
* Evlilik hayatında ara sıra kavga etmelidir.Çünkü insanlar ancak böyle birbirlerini anlarlar.
J.Wolfgang GOETHE
* Mesut bir evliliğin reçetesi gayet basittir.Birbirinize karşı oldukça nazik davranın.
Marie FRANCE
* Evlenme,boşanma işi,sırf kadınların elinde olsaydı,bir tek nikah sağlam kalmazdı.
F.Mihailoviç DOSTOYEVSKI
* Yoksul bir kızı,zengine verdin mi,halayık ettin demektir.
Teren TIUS
* Kızın iyi bir evlilik yaparsa,bir oğul kazanırsın,yoksa kızını kaybedersin.
G.Bernard SHAW
* Evlilik hayatı bir şehvet ticareti değil,bir can ortaklığıdır.Bu olmayınca evlilik yoktur.
John MILTON
* Her şeyde olduğu gibi,evlilikte de iç rahatlığı,zenginlikten üstündür.
Jean-Babtiste MOLIERE
* İyi bir koca aramaktan güç bir şey varsa o da,iyi bir zevce seçmektir.
Jean-Jacques ROSSEAU
* Evlilik bir gül bahçesi değil,bir mücâdele sahasıdır.
PETAIN
* Mutlu evlilik,kısa gibi gelen uzun konuşmaya benzer.
Andre MAUROIS
* Evlenirken kör olanın,evlendikten sonra gözleri açılır.
J.GLEASON
* Akıllıca bir evlilik yapmak istiyorsan,kendi denginle evlen.
OVIDIUS
* İnsan ömrünün en önemli olayı iyi bir eş seçimidir.
Brusus
* İyi bir eş,Allah'ın bize özel armağanıdır.
Alexander POPE
H İ K M E T L E R :
* Evlenen bir erkek,deniz satın alan bir adama benzer. Ne aldığı belli değildir:Fırtına mı,canavar mı,inci mi,kaya mı ?
* Karamanın koyunu sonra çıkar oyunu, Atla,avrat alırken önce öğren huyunu.
* Babası şeytan da olsa,iyi bir ananın kızıyla evlenen erkeğin sırtı yere gelmez.
* Kızı için zengin koca arayan babalar,ekseriya damatlarını kendileri beslemeye mecbur olurlar.
* Evlilik,samimi bir sevgi ile örülen bir kalp düğümüdür.
* Evlenmek,insanın ya boyuna taş bağlar,ya da başına tac giydirir.
A T A S Ö Z L E R İ :
* Komşu kızı almak kalaylı tastan su içmek gibidir.
* Senden alçaktan kız al,senden uluya kız verme.
* Kayış kesersen ince ve düz tasma yap,kız istersen arasını kesmeden iste.
* Evlenmesi bir alaca kuş,geçinmesi bora ile kış.
* Dolambaçlı da olsa yol iyi,kör olsa da kız iyi.
* Bekârın parasını it yer,yakasını bir yer.
* Erkek kuş gezer havayî havayî,dişi kuş yapar yuvayı yuvayı.
* Genci gence ver de,rızıklarını Allah verir.
* Ergen gözüyle kız alma,gece gözüyle bez alma.
* Çeyiz veren hanımcık gelin,çeyiz vermeyen karga gelin.
* Bekârlık maskaralıktır.
* Evlenirken güzelliğe kapılmamalı,huya bakmalıdır.
* Dikensiz gül olmaz,engelsiz yâr olmaz.
* Çok koca seçen kız,kelle evlenmek zorunda kalır.
* Bekâr adam,yarım adamdır.
* Komşunun kızıyla evlenmek kolay olur.
* Kalburcu kızı hanım olmaz.
* Sabahtan karnını doyuran,küçükken evlenen aldanmamıştır.
* Kız alan gözle bakmasın,kulakla işitsin.
* Kızını fırsat bulunca,oğlunu canım isteyince evlendir.
* Pekmezi küpten,kadını kökten al.
* At almağa câhil,kız almağa ehil gönder.
* Ergene var ergene,tasasız gir yorgana.
* Tarlayı düz al,kadını kız al.
* Evlilik bir nimet,bekarlık bir mihnettir.
* Yiğide ver kızını,mevlâ verir rızkını.
* Anasına bak kızını al,kenarına bak benzini al.
* Sevip dostuna,boşanıp kocana varma.
* Eğlendiğinle evlenme,evlendiğinle eğlenme.
* Para için evlenen erkek,hürriyetini satmış demektir.
İngiliz Atasözü
* Bekar,Tavus kuşudur.Nişanlı aslan,evlide koyun.
İspanyol Atasözü
Müslümanlar arası Diyalog
Öncelikle diyalogun zemini nasıl olmalıdır?
Öncelikle şunu söyleyeyim, Müslümanların birlikteliği sadece akli değil aynı zamanda şer’i bir zarurettir. “ İnnem-el muminune ihvetun” bir ayettir. Buradan hareketle Müslümanlar sadece kardeş olabilirler diyebiliriz. Dolayısıyla kardeş olmanın dışında herhangi bir durum vahyin dışladığı bir durumdur. Bir şer’i delil olarak, tüm vahiy ve Allah resulünün fiili sünneti Müslümanların kardeşliğinin asla ihmal edilemez öncelik olduğunu göstermeye yetmektedir. Akli olarak da Müslümanların birlikteliği müsellem bir hakikattir. Çünkü birliğin olmadığı yerde dirlik olmuyor. “Müslümanların dirliği neden yok?” diye bir sual tevcih edilirse çünkü birliği yok, birliği olmayanın dirliği olmaz. Aslında Müslümanlar şu anda birliklerini kaybettikleri için dirliğini, huzurunu, saadetini daha doğrusu yer altı yer üstü kaynaklarını, maddi manevi değerlerini kaybetmiş durumdalar. Bakın, dünyada kaybolmuş Müslüman nesiller nerede varsa orada birlik kuramadıklarından kayboluyorlar. Onun için Müslümanların mabedine Cami deniliyor. Birliği temsilen birliğin mekanına Cami, Müslümanları toplayan ibadete Cuma, Müslümanların topluluğuna da cemaat deniliyor. Yani Cuma’nın farz olması demek aslında cemaatin farz olması demektir. Dolayısıyla birlik farzdır. Fıkhen, Kur’an’dan yola çıkarak konuşmak gerekirse; birliğin farz olduğunu söyleyebiliriz. Neden? Çünkü Cuma farzdır. Bu kadar açık ve nettir. Bu birliğin zemini ne olmalıdır? Bir kere Müslümanlar arasında bir birlik oluşacaksa birliğin zemini yerellik, bölgesel değerler olamaz, kavmi değerler olamadığı gibi geleneksel İslami kültür de olamaz. Çünkü geleneksel İslami kültür dediğimiz şey yerel değerlerden yola çıkarak sonradan “oluşmuş” şeylerdir. O zaman ne olacak? Yorumlar olamaz, farklı çizgiler olamaz. Yorumlardan herhangi birini diğerine üstün tutmamız için bir nedenimiz yoktur. Bunlar asabiyete girer. Bu saydığım şeyleri birlik için temel ittihaz etmek asabiyettir. “Men da’a ila asabiyetin feleyse minna” ‘kim asabiyete çağırıyorsa o bizden değildir’. Asabiyete götüren bizden değildir, neden? Çünkü, parçalar. Parçalayan bizden değildir aslında. Bütünü parçalayan, cemaati parçalayan bizden değildir. Cemaatten bahsederken İslam cemaatini, büyük aileyi, Kur’an’ın söylediği anlamda kast ediyorum. Toparlayacak olursak, zemin ne olmalıdır sorusuna İslam’ın sabiteleri olmalıdır cevabını verebiliriz. Yani temelde vahyin kendisi olmalıdır. Müslüman’ın tasavvurunu, şahsiyetini, aklını ve hayatını inşa eden bir numaralı kaynak olan vahiy olmalıdır. Eğer bizler vahiy etrafında da birleşemezsek hiçbir şey etrafında birleşemeyiz. Zaten vahyi merkez olarak kabul etmeyene Müslüman denmez. Resulullah vefat ettiğine göre şu anda hayatın içinde yaşayan şey nedir? Resulullah’tan geriye bize kalan ve yaşamaya devam eden vahyin kendisidir. Bu manada sünnet de aslında vahiydir. Dolayısıyla vahiy etrafında birleşemezsek hiçbir şey etrafında birleşemeyiz. Onun için Müslümanları birliğe çağıran herkesin öncelikle vahye çağırması gerekiyor. Kur’an sadece bir tane olduğundan vahyin ayrılık getireceğinden bahsetmek mümkün değildir. Mezhebe çağırsanız birden fazla, mektebe çağırsanız birden fazla, yoruma çağırsanız birden fazla, tarikata çağırsanız birden fazla, hatta bilgi sistemlerine çağırsanız birden fazla; irfan bilgi sistemi, beyan bilgi sistemi, burhan bilgi sistemi bunlar da farklı farklı. Hocaya da, alime de çağırsanız bir sürü alim, hoca var. Bütün bunlara çağırdığımızda aslında bütünleştirmiş olmayız. O zaman neye çağırırsak bir oluruz, “Bir”e çağırırsak bir oluruz. Vahye çağırmak Allah’a çağırmaktır. Onun için Kur’an açıkça söylüyor: “Ve men ehsenu kavlen mimmen da’a ilallahi ve amile salihen ve kale inneli minel muslimin” ‘Allah’a davet edenden Salih amel işleyenden, yani bu davetini davranışlarla pekiştirenden ve ben kayıtsız şartsız Müslüman oldum diyenden daha güzel sözlü kim olabilir’. Bu ayet adeta şiarımız olmalıdır. Aslında, kime çağırmamız gerektiğini bize söylüyor. Allah’a çağırmak; Allah’a çağırmak vahye çağırmaktır. Onun için vahye çağrı hem Allah’a çağrı hem peygambere ve sünnetine çağrı, hem peygamberlerin yoluna çağrı, hem hakikate çağrı, hem de insanın özüne, selim akla ve fıtrata çağrıdır. Dolayısıyla, birliğin teorik zemini vahiy olmalıdır. Peki, pratik zemini ne olmalıdır? Pratik zemin ise sünnetü’l ameliye dediğimiz Allah resulünün hayata dönüştürdüğü vahiy olmalıdır. Vahyin yaşanmış hayat olarak bize bıraktığı o sünnetü’l ameliye olmalıdır. Allah resulünün miras bıraktığı hayat Hz. Aişe’nin onun ahlakı Kur’an’dı dediği ahlak olmalıdır. Kur’an’ın övdüğü ve muhteşem dediği “inneke ala hulukul azim” dediği o muhteşem ahlak olmalıdır. O zaman birliğin iki kaynağı vardır. Birinci kaynağı Kur’an ki bu temel kaynaktır. İkincisi ise Kur’an’ın üzerine inşa edilen, yükselen, pratikte yaşayan sünnettir. Aslında bu iki kaynak değil tek kaynaktan neşet eden fiil ve davranıştır. Nasıl ki insan davranışları insan aklından neşet ediyorsa insanda akıl olmalıdır Kur’an, vahiy ki bu vahiyden neşet eden davranış olsun. Dolayısıyla bu temelde birleşemezsek hiçbir temelde birleşemeyiz. Çünkü şu anda büyük İslam ailesinin en temel kaynağı vahiydir.
Müslümanların fiili olarak içinde bulunduğu hal, değişik mezhepler, tarikatlar ve cemaatler, bunların birbirleriyle uzlaşmaları için fiili olarak hangi ilkelere ihtiyaç duyulmaktadır?
Değillemeler, ispatlar ve nef’iler bu ilkeler arasında olmalıdır. Bu yüzden isbatlı ve nef’ili konuşmak durumundayım.
1- Birbirleri arasındaki konuşma önceliğini ihtilaflı meselelere kesinlikle vermemeleri lazım. Bir araya gelince ihtilaflı meseleleri değil ittifakları konuşmaları gerekmektedir. Bu çok mühim olduğu gibi aynı zamanda ahlakidir de.
2- Müslümanlar buluştuklarında Müslümanların bu konudaki şaşmaz, mutlaka olması gereken ilkeleri, birbirleriyle paylaşım içinde olmaları gerektiğinin taktik veya stratejik bir mevzu değil konsept olduğudur. Bunun paradigmadan kaynaklanan bir zorunluluk olduğuna inanmaları lazım gelmektedir. Bugün Müslümanlar bunun taktik bir mevzu olduğunu düşünüyor. Taktik mevzu ortam ve şartlara göre değişebilir. Ama paradigma değişmez. Müslümanların birbirleriyle yüreklerini, sevgilerini, dostluklarını paylaşmaları taktik bir mevzu değildir. Taktik mevzu Müslüman’ın kafir ile paylaşımıdır. Müslüman’ın kafir ile ilişki biçimi bugün Müslüman’ın Müslüman’la ilişki biçimine dönüşüyor. Müslüman’ın paylaşması gereken değerlerini paylaşma ahlakı taktik ve de stratejik bir konu olamaz. Taktiğe de stratejiye de feda edilemez. Konseptir, yani olmazsa olmazımızdır.
3- Müslümanlar birbirlerinin bir tek tırnağını feda etmeme konusunda yeminli olmalıdır. Yani dostlarıyla dalaşanlar düşmanlarıyla savaşamaz. Düşmanlarıyla savaşanlarsa dostlarıyla dalaşamazlar. Bu bir ilkedir. Dünya alem birleşse Müslüman Müslüman’ın bir tek tırnağını vermemelidir. Bu da aslında dördüncü ilkeyi getiriyor.
4- Kardeşlikte taassup sahibi olmalıyız. Tek taassubumuz kardeşlik olmalıdır. Nedir kardeşlikte taassup? O benim kardeşim ve bunu Allah yazdı. Bunu söyledikten sonra beşinci ilke de ortaya çıkıyor.
5- Müslümanlar birbirlerinin hatalarına dürbünün büyüten tarafıyla değil küçülten tarafıyla bakmalıdır. Yani, iman Ağrı Dağı ise hata çakıl taşı olmalıdır. Hiçbir çakıl taşı Ağrı Dağı’ndan büyük olamadığı gibi hiçbir hata da imandan büyük olamaz. Bu ilke olmalıdır. Dolayısıyla da hiçbir hata için de Müslüman feda edilemez.
6- Dahası, ki bu da çok önemli, yine değilleme ilkesinden yola çıkacağım, birliği temin için gelenekten gelen bazı değerlerin yok olmasını istememeli, beklememeli ve ummamalıdır. Mezhebinizi yok sayın gibi bir taleple birliğe gelinmemelidir. Böyle bir istek olmayacak, gerçekleşmeyecek bir şeydir. Bunu yaptığınızda daha baştan rezerv koymuş olursunuz. Siz siz olarak geleceksiniz biz de biz olarak geleceğiz. Siz kendi usulünüzü tatbik edin, ancak bu bizim birliğimize mani olmasın. Bunun için de gerçekçi olmak gerekmektedir. Siz siz olmaktan çıkıp biz olun demek ne diyalog ne de birlikteliktir. Bu birleşmekten öte ilhak etme arzusudur. İlhak bir tür işgaldir. Bu doğru değil ve diyaloga geçmek için böyle bir başlangıç yapılamaz. Bundan dolayıdır ki tali bir takım unsurları İslami birleşmenin önünde engel olarak görmemek lazımdır. Diğer yandan geleneksel, tarihi, mezhep, meşrep, mektep gibi bir takım unsurları da birleşme adına ilhak edemezsiniz. Bu ilkeler etrafında birliğin gerçekleşebileceğini düşünüyorum.
Allah birliğimizi ve dirliğimizi korusun…..
(Özgün İrade Dergisi)
Öncelikle şunu söyleyeyim, Müslümanların birlikteliği sadece akli değil aynı zamanda şer’i bir zarurettir. “ İnnem-el muminune ihvetun” bir ayettir. Buradan hareketle Müslümanlar sadece kardeş olabilirler diyebiliriz. Dolayısıyla kardeş olmanın dışında herhangi bir durum vahyin dışladığı bir durumdur. Bir şer’i delil olarak, tüm vahiy ve Allah resulünün fiili sünneti Müslümanların kardeşliğinin asla ihmal edilemez öncelik olduğunu göstermeye yetmektedir. Akli olarak da Müslümanların birlikteliği müsellem bir hakikattir. Çünkü birliğin olmadığı yerde dirlik olmuyor. “Müslümanların dirliği neden yok?” diye bir sual tevcih edilirse çünkü birliği yok, birliği olmayanın dirliği olmaz. Aslında Müslümanlar şu anda birliklerini kaybettikleri için dirliğini, huzurunu, saadetini daha doğrusu yer altı yer üstü kaynaklarını, maddi manevi değerlerini kaybetmiş durumdalar. Bakın, dünyada kaybolmuş Müslüman nesiller nerede varsa orada birlik kuramadıklarından kayboluyorlar. Onun için Müslümanların mabedine Cami deniliyor. Birliği temsilen birliğin mekanına Cami, Müslümanları toplayan ibadete Cuma, Müslümanların topluluğuna da cemaat deniliyor. Yani Cuma’nın farz olması demek aslında cemaatin farz olması demektir. Dolayısıyla birlik farzdır. Fıkhen, Kur’an’dan yola çıkarak konuşmak gerekirse; birliğin farz olduğunu söyleyebiliriz. Neden? Çünkü Cuma farzdır. Bu kadar açık ve nettir. Bu birliğin zemini ne olmalıdır? Bir kere Müslümanlar arasında bir birlik oluşacaksa birliğin zemini yerellik, bölgesel değerler olamaz, kavmi değerler olamadığı gibi geleneksel İslami kültür de olamaz. Çünkü geleneksel İslami kültür dediğimiz şey yerel değerlerden yola çıkarak sonradan “oluşmuş” şeylerdir. O zaman ne olacak? Yorumlar olamaz, farklı çizgiler olamaz. Yorumlardan herhangi birini diğerine üstün tutmamız için bir nedenimiz yoktur. Bunlar asabiyete girer. Bu saydığım şeyleri birlik için temel ittihaz etmek asabiyettir. “Men da’a ila asabiyetin feleyse minna” ‘kim asabiyete çağırıyorsa o bizden değildir’. Asabiyete götüren bizden değildir, neden? Çünkü, parçalar. Parçalayan bizden değildir aslında. Bütünü parçalayan, cemaati parçalayan bizden değildir. Cemaatten bahsederken İslam cemaatini, büyük aileyi, Kur’an’ın söylediği anlamda kast ediyorum. Toparlayacak olursak, zemin ne olmalıdır sorusuna İslam’ın sabiteleri olmalıdır cevabını verebiliriz. Yani temelde vahyin kendisi olmalıdır. Müslüman’ın tasavvurunu, şahsiyetini, aklını ve hayatını inşa eden bir numaralı kaynak olan vahiy olmalıdır. Eğer bizler vahiy etrafında da birleşemezsek hiçbir şey etrafında birleşemeyiz. Zaten vahyi merkez olarak kabul etmeyene Müslüman denmez. Resulullah vefat ettiğine göre şu anda hayatın içinde yaşayan şey nedir? Resulullah’tan geriye bize kalan ve yaşamaya devam eden vahyin kendisidir. Bu manada sünnet de aslında vahiydir. Dolayısıyla vahiy etrafında birleşemezsek hiçbir şey etrafında birleşemeyiz. Onun için Müslümanları birliğe çağıran herkesin öncelikle vahye çağırması gerekiyor. Kur’an sadece bir tane olduğundan vahyin ayrılık getireceğinden bahsetmek mümkün değildir. Mezhebe çağırsanız birden fazla, mektebe çağırsanız birden fazla, yoruma çağırsanız birden fazla, tarikata çağırsanız birden fazla, hatta bilgi sistemlerine çağırsanız birden fazla; irfan bilgi sistemi, beyan bilgi sistemi, burhan bilgi sistemi bunlar da farklı farklı. Hocaya da, alime de çağırsanız bir sürü alim, hoca var. Bütün bunlara çağırdığımızda aslında bütünleştirmiş olmayız. O zaman neye çağırırsak bir oluruz, “Bir”e çağırırsak bir oluruz. Vahye çağırmak Allah’a çağırmaktır. Onun için Kur’an açıkça söylüyor: “Ve men ehsenu kavlen mimmen da’a ilallahi ve amile salihen ve kale inneli minel muslimin” ‘Allah’a davet edenden Salih amel işleyenden, yani bu davetini davranışlarla pekiştirenden ve ben kayıtsız şartsız Müslüman oldum diyenden daha güzel sözlü kim olabilir’. Bu ayet adeta şiarımız olmalıdır. Aslında, kime çağırmamız gerektiğini bize söylüyor. Allah’a çağırmak; Allah’a çağırmak vahye çağırmaktır. Onun için vahye çağrı hem Allah’a çağrı hem peygambere ve sünnetine çağrı, hem peygamberlerin yoluna çağrı, hem hakikate çağrı, hem de insanın özüne, selim akla ve fıtrata çağrıdır. Dolayısıyla, birliğin teorik zemini vahiy olmalıdır. Peki, pratik zemini ne olmalıdır? Pratik zemin ise sünnetü’l ameliye dediğimiz Allah resulünün hayata dönüştürdüğü vahiy olmalıdır. Vahyin yaşanmış hayat olarak bize bıraktığı o sünnetü’l ameliye olmalıdır. Allah resulünün miras bıraktığı hayat Hz. Aişe’nin onun ahlakı Kur’an’dı dediği ahlak olmalıdır. Kur’an’ın övdüğü ve muhteşem dediği “inneke ala hulukul azim” dediği o muhteşem ahlak olmalıdır. O zaman birliğin iki kaynağı vardır. Birinci kaynağı Kur’an ki bu temel kaynaktır. İkincisi ise Kur’an’ın üzerine inşa edilen, yükselen, pratikte yaşayan sünnettir. Aslında bu iki kaynak değil tek kaynaktan neşet eden fiil ve davranıştır. Nasıl ki insan davranışları insan aklından neşet ediyorsa insanda akıl olmalıdır Kur’an, vahiy ki bu vahiyden neşet eden davranış olsun. Dolayısıyla bu temelde birleşemezsek hiçbir temelde birleşemeyiz. Çünkü şu anda büyük İslam ailesinin en temel kaynağı vahiydir.
Müslümanların fiili olarak içinde bulunduğu hal, değişik mezhepler, tarikatlar ve cemaatler, bunların birbirleriyle uzlaşmaları için fiili olarak hangi ilkelere ihtiyaç duyulmaktadır?
Değillemeler, ispatlar ve nef’iler bu ilkeler arasında olmalıdır. Bu yüzden isbatlı ve nef’ili konuşmak durumundayım.
1- Birbirleri arasındaki konuşma önceliğini ihtilaflı meselelere kesinlikle vermemeleri lazım. Bir araya gelince ihtilaflı meseleleri değil ittifakları konuşmaları gerekmektedir. Bu çok mühim olduğu gibi aynı zamanda ahlakidir de.
2- Müslümanlar buluştuklarında Müslümanların bu konudaki şaşmaz, mutlaka olması gereken ilkeleri, birbirleriyle paylaşım içinde olmaları gerektiğinin taktik veya stratejik bir mevzu değil konsept olduğudur. Bunun paradigmadan kaynaklanan bir zorunluluk olduğuna inanmaları lazım gelmektedir. Bugün Müslümanlar bunun taktik bir mevzu olduğunu düşünüyor. Taktik mevzu ortam ve şartlara göre değişebilir. Ama paradigma değişmez. Müslümanların birbirleriyle yüreklerini, sevgilerini, dostluklarını paylaşmaları taktik bir mevzu değildir. Taktik mevzu Müslüman’ın kafir ile paylaşımıdır. Müslüman’ın kafir ile ilişki biçimi bugün Müslüman’ın Müslüman’la ilişki biçimine dönüşüyor. Müslüman’ın paylaşması gereken değerlerini paylaşma ahlakı taktik ve de stratejik bir konu olamaz. Taktiğe de stratejiye de feda edilemez. Konseptir, yani olmazsa olmazımızdır.
3- Müslümanlar birbirlerinin bir tek tırnağını feda etmeme konusunda yeminli olmalıdır. Yani dostlarıyla dalaşanlar düşmanlarıyla savaşamaz. Düşmanlarıyla savaşanlarsa dostlarıyla dalaşamazlar. Bu bir ilkedir. Dünya alem birleşse Müslüman Müslüman’ın bir tek tırnağını vermemelidir. Bu da aslında dördüncü ilkeyi getiriyor.
4- Kardeşlikte taassup sahibi olmalıyız. Tek taassubumuz kardeşlik olmalıdır. Nedir kardeşlikte taassup? O benim kardeşim ve bunu Allah yazdı. Bunu söyledikten sonra beşinci ilke de ortaya çıkıyor.
5- Müslümanlar birbirlerinin hatalarına dürbünün büyüten tarafıyla değil küçülten tarafıyla bakmalıdır. Yani, iman Ağrı Dağı ise hata çakıl taşı olmalıdır. Hiçbir çakıl taşı Ağrı Dağı’ndan büyük olamadığı gibi hiçbir hata da imandan büyük olamaz. Bu ilke olmalıdır. Dolayısıyla da hiçbir hata için de Müslüman feda edilemez.
6- Dahası, ki bu da çok önemli, yine değilleme ilkesinden yola çıkacağım, birliği temin için gelenekten gelen bazı değerlerin yok olmasını istememeli, beklememeli ve ummamalıdır. Mezhebinizi yok sayın gibi bir taleple birliğe gelinmemelidir. Böyle bir istek olmayacak, gerçekleşmeyecek bir şeydir. Bunu yaptığınızda daha baştan rezerv koymuş olursunuz. Siz siz olarak geleceksiniz biz de biz olarak geleceğiz. Siz kendi usulünüzü tatbik edin, ancak bu bizim birliğimize mani olmasın. Bunun için de gerçekçi olmak gerekmektedir. Siz siz olmaktan çıkıp biz olun demek ne diyalog ne de birlikteliktir. Bu birleşmekten öte ilhak etme arzusudur. İlhak bir tür işgaldir. Bu doğru değil ve diyaloga geçmek için böyle bir başlangıç yapılamaz. Bundan dolayıdır ki tali bir takım unsurları İslami birleşmenin önünde engel olarak görmemek lazımdır. Diğer yandan geleneksel, tarihi, mezhep, meşrep, mektep gibi bir takım unsurları da birleşme adına ilhak edemezsiniz. Bu ilkeler etrafında birliğin gerçekleşebileceğini düşünüyorum.
Allah birliğimizi ve dirliğimizi korusun…..
(Özgün İrade Dergisi)
HAZRET-I MEVLANA
(30 Eylül 1207- 17 Aralik 1273)
________________________________________
Mevlana'nin asil adi Muhammed Celaleddin'dir. Mevlana ve Rumi de, kendisine sonradan verilen isimlerdendir. Efendimiz manasina gelen Mevlana ismi, ona, daha pek genç iken Konya'da ders okutmaya basladigi tarihlerde verilir. Bu isim sems-i Tebrizi ve Sultan Veled'den itibaren Mevlana'yi sevenlerce kullanilmis; Adeta adi yerine sembol olmustur.
Rumi, Anadolu demektir.
Mevlana'nin, Rumi diye taninmasi, geçmis yüzyillarda Diyari Rum denilen Anadolu ülkesinin vilayeti olan Konya'da uzun müddet oturmasi, ömrünün büyük bir kisminin orada geçmesi ve nihayet türbesinin orada olmasindandir.
Mevlana'nin dogum yeri, bugünkü Afganistan'da bulunan, eski büyük Türk kültür beldesi Belh'tir
Mevlana'nin Dogum tarihi ise (6 Rebiu'l Evvel, 604) 30 Eylül 1207'dir. Bazi arastirmacilarin tespitine göre, O'nun dogum tarihi 1182'dir.
Asil bir aileye mensup olan Mevlana'nin annesi, Belh Emiri Rükneddin'in kizi Mümine Hatun; babaannesi, Harezmsahlar (1157 Dogu Türk Hakanligi) hanedanindan Türk prensesi, Melike-i Cihan Emetullah Sultan'dir.
Babasi, Sultanü'l-Ulema (Alimlerin Sultani) ünvani ile taninmis, Muhammed Bahaeddin Veled; büyükbabasi, Ahmet Hatibi oglu Hüseyin Hatibi'dir.
Eflaki ye göre Hüseyin Hatibi, ilmi deniz gibi engin ve genis olan bir alim idi. Din ilminin üstadi ve alimlerin büyüklerinden sayilan, güzel siirler söyleyen Nisaburlu Raziyuddin gibi bir zat da talebelerindendi.
Kaynaklar ve Mevlana'nin sevgi yolunda gidenler eserinde Sultanü'l-Ulema Bahaeddin Veled'in nesebinin, anne cihetiyle ondördüncü göbekte Hz. Muhammed (SAV)'in torunu Hz. Hüseyin'e; baba cihetiyle de onuncu göbekte Hz. Muhamed (SAV)'in seçilmis dört dostundan ilki Hz. Ebu Bekir Siddik'a ulastigini kaydediyorlar.
Babasi Bahaeddin Veled Hazretleri'nin sahsiyeti
Bahaeddin Veled, 1150'de Belh'de dogmus, babasi ve dedesinin manevi ilimleriyle yetismis; ayrica
Necmeddin Kübra (?-1221)'dan da feyz almistir.
Bahaeddin Veled bütün ilimlerde esi olmayan, olgun mana sultani idi. ilahi hakikatler ve Rabbani ilimlerden meydana gelen uçsuz bucaksiz bir deniz gibi olan Bahaeddin Veled, Horasan diyarinin, en güç fetvalari halletmede, tek üstadi idi ve vakiftan hiçbir sey almazdi, devlet hazinesinden kendisine tahsis edilen maasla geçinirdi
Kaynaklarin ittifakla rivayetine göre, devrinin alimleri ve ulu müftüleri, Hz. Muhammed (SAV)'in manevi isaretiyle, Bahaeddin Veled'e Sultanü'l-Ulema ünvanini vermislerdir. Bundan sonra da Bahaeddin Veled bu ünvanla yad edilmistir.
Bu ünvanin verilisi Türklerin adetiyle de izah edilebilir.
Türklerin güzel karakterlerini gösteren birçok adetleri vardi. Türkler, yüksek kabiliyet ve fazilet sahiplerinin taninmadan kaybolup gitmesine, unutulmasina razi olmazlardi. Onlari halkin gözünde belirtmek, halki ilim ve irfana yöneltmek için o gibi büyüklere layik olduklari birer ünvan verilirdi. Bu anane, Türklerin ilme, fazilete karsi saygi duygularini gösteren parlak bir delildir. Hatta anane geregince imzalarin üstünde bu ünvanlari kullanmaya mecburdurlar. Onlar kazandiklari bu ünvanlari kendileri için manevi bir rütbe sayarlar, nefisleri için bundan asla gurur duymazlardi.
Alimler gibi giyinen Bahaeddin Veled, adeti üzre, sabah namazindan sonra, halka ders okutur; ögle namazindan sonra dostlarina sohbette bulunur; Pazartesi günleri de bütün halka va'z ederdi.
Va'zi esnasinda umumuyetle, Yunan filozorlarinin fikirlerini benimseyenlerin görüslerini reddeder ve: "Semavi (Allah'dan olan, ilahi) kitaplarini arkalarina atip, filozoflarin silik sözlerini önlerine alip itibar edenlerin nasil kurtulma ümidi olur." "Muhammed Sallallahu aleyhi ve sellem`in yürüyüsünden daha iyi yürüyüs; yolundan daha dogru yol görmedim" derdi.
Hz. Mevlana`nin Babasi ile Belh`ten Çikislari ve Konya`ya Gelisleri.
Arastirmacilar, Bahaeddin Veled'in Belh'ten göç etmesine sebep olarak, Mogol istilasini göstermektedirler.
Sultanü'l-Ulema, aile ve dostlariyla, Belh sehrini 1212, 1213 tarihlerinde terk ettikten sonra Hacca gitmeye niyet etmisti. Nisabur'a ugradi. Göç kervaniyla Bagdat'a yaklastiginda, kendisine hangi kavimden olduklarini ve nereden gelip nereye gittiklerini soran muhafizlara Sultanü'l-Ulema seyh Bahaeddin Veled su manidar cevabi verir.
"Allah'tan geldik, Allah'a gidiyoruz. Allah'tan baska kimsede kuvvet ve kudret yoktur."
Bu söz, seyh sehabeddin Sühreverdi (1145-1235)'ye ulastiginda: "Bu sözü Belh'li Bahaeddin Veled'den baskasi söyleyemez."dedi. Samimiyetle ve muhabbetle karsilamaya kostu. Birbirleriyle karsilasinca seyh Sühreverdi, katirindan inip nezaketle Bahaeddin Veled'in dizini öptü, gönülden hürmetlerini sundu.
Bahaeddin Veled, Bagdat'ta üç günden fazla kalmadi ve Küfe yolundan Ka'be'ye hareket etti. Hac farizasini yerine getirdikten sonra, dönüste sam'a ugradi.
Bahaeddin Veled, yaninda biricik oglu Mevlana oldugu halde, göç kervaniyla sam'dan Malatya'ya, oradan Erzincan'a oradan Karaman'a ugradilar. Karaman'da bir müddet kaldiktan sonra, nihayet Konya'yi seçip oraya yerlestiler.
Göç Yolunda Hz. Mevlana'ya Teveccühte Bulunan Mutasavviflar
Belh'i terk ettikten sonra Bagdat'a dogru yola çikan Bahaeddin Veled, Nisabur'a vardiginda ziyaretine gelen seyh Feridüddin Attar (1119-1221,1230) ile görüsüp sohbet eder.
Sohbet esnasinda seyh Attar, Mevlana'nin nasiyesindeki (alnindaki) kemali görür ve ona Esrar-Name adli eserini hediye eder ve babasina da "çok geçmeyecek ki, bu senin oglun alemin yüregi yaniklarinin yüreklerine atesler salacaktir." der.
Sultanü'l-Ulema, Hac farizasini yerine getirdikten sonra dönüste sam'a ugradi. Orada seyh-i Ekber Muhyiddin ibnü'l Arabi (1165-1240) ile görüstü. seyh-i Ekber, Sultanü'l-Ulema'nin arkasinda yürüyen Mevlana'ya bakarak:
"Sübhanallah! Bir okyanus bir denizin arkasinda gidiyor!" demistir.
Hz. Mevlana'nin Evlenmesi
Karaman'da bulunduklari 1225 tarihinde Mevlana, babasinin buyrugu ile, itibarli, asil bir zat olan Semerkantli Hoca serafeddin Lala'nin, huyu güzel, yüzü güzel kizi Gevher Banu ile evlendi.
Hz. Mevlana'nin, Konya'ya Yerlesmeleriyle ilgili Yorumu
Hak Teala'nin Anadolu halki hakkinda büyük inayeti vardir ve Siddik-i Ekber Hazretlerinin duasiyla da bu halk, bütün ümmetin en merhamete layik olanidir. En iyi ülke Anadolu ülkesidir; fakat bu ülkenin insanlari mülk sahibi Allah'in ask aleminden ve deruni zevkten çok habersizdirler. Sebeblerin hakiki yaraticisi Allahi hos bir lütufta bulundu. Sebepsizlik aleminden bir sebep yaratarak bizi Horasan ülkesinden Anadolu vilayetine çekip getirdi.
Haleflerimize de bu temiz toprakta konacak yer verdi ki, ledünni (Allah bilgisine ve sirlarina ait) iksirimizden (Altin yapma hassamizdan) onlarin bakir gibi vücutlarina saçalim da onlar tamamiyle kimya (bakisiyla, baktigi kimseyi manen yücelten olgun insan); irfan aleminin mahremi ve dünya ariflerinin hemdemi (canciger arkadasi) olsunlar.
Hz. Mevlana'nin Konya'daki Hayati
Önceki bahislerde sahsiyetini belirtmeye çalistigimiz Bahaeddin Veled, Mevlana'nin ilk mürsididir. Yani Mevlana,ya Allah yolunu ögretip, tasavvuf usulünce hakikatleri ve sirlari gösteren tarikat seyhidir. Bütün islam aleminde yüksek bir itibar ve söhrete sahip olan Bahaeddin Veled, Selçuklularin Sultani Alaaddin Keykubat'tan yakin alaka ve sonsuz hürmet görür. Bahaeddin Veled ,3 Mayis 1228 tarihinde Selçuklularin bas sehri Konya'yi sereflendirip yerlestikten kisa bir süre sonra, son derece samimi dindar olan Sultan Alaaddin Keykubat (saltanat müddeti: 1219-1236), sarayinda Bahaeddin Veled'in serefine büyük bir toplanti tertip etti ve bütün ileri gelenleriyle birlikte onun manevi terbiyesi altina girdi. Sultanu'l-Ulema'ya gönülden bagli olan Sultan Alaaddin onu hayranlikla söyle över: "Heybetinden gönlüm tir tir titriyor; yüzüne bakmaktan korkuyorum. Bu eri gördükçe gerçekligim, dinim artiyor. Bu alem, benden korkup titrerken ben , bu adamdan korkuyorum; ya Rabbi bu ne hal? iyice inandim ki O, nadir bulunan ve esi benzeri olmayan bir Allah dostudur." Dünya sultanina hükmeden, essiz Allah dostu mana ve gönül sultani Bahaeddin Veled, 24 subat 1231 tarihinde Cuma günü kusluk vaktinde ebedi aleme göçtü. Geriye Muhammed Celaleddin gibi bir hayirli ogul ile Maarif gibi bir eser birakti. Sultanu'l-Ulema,sadece duygu ve düsüncelerini açikladi, söhret pesinde kosmadi. Etrafindakilerini yetistirdi ve onlari daima aydinlatti. Maarif, Bahaeddin Veled meclislerindeki anlattiklarindan va'z ve nasihatlarinin bizzat kendisi tarafindan yazilarak bir araya getirilmesiyle meydana gelmis tasavvufi, ahlaki bir eserdir. Konusu, muhtevasi ve üslubu ile birinci derecede tasavvufi bir eser olan Maarif, hem kitabin kendi açisindan , hem de Mevlana üzerindeki tesiri bakimindan büyük bir önem tasir. Bahaeddin Veled,in irtihalinde Mevlana yirmi dört yasinda idi. Babasinin vasiyeti, dostlarinin ve bütün halkin yalvarm alari ile babasinin makamina geçti. Mevlana, babasindan sonra, Seyyid Burhaneddin ile bulusuncaya kadar, bir yil mürsidsiz kaldi. 1232 tarihinde babasinin degerli halifesi Seyyid Burhaneddin Konya'ya geldi. Mevlana onun manevi terbiyesi altina girdi.
Seyyid Burhaneddin, mertebesi çok yüksek, bir kamil mürsid idi. Kendisine daima kalplerde bulunan sirlari bilmesinden dolayi, Seyyid Sirdan denirdi. Seyyid Burhaneddin, ta çocukluk yillarinda bir lala gibi omuzlarinda tasiyip dolastirdigi, Mevlanaya dedi ki ."Bilginde esin yok, seçkinsin Ama baban hal (manevi makam) sahibiydi; sen de onu ara, kalden (sözden) geç onun sözlerini iki elinde kavramissin; fakat benim gibi onun haliylede sarhos ol. Böylece de ona tam mirasci kesil; cihadina isik saçmada günese benze. Sen zahiren babanin mirascisisin; ama özü ben almisim; bu dosta bak bana uy."
Mevlana babasinin halifesinden bu sözleri duyunca samimiyetle onun terbiyesine teslim oldu. Mevlana candan, samimiyetle, Seyyid Burhaneddin'i babasinin yerine koydu ve gerçek bir mürsid bilerek gönülden, tam dokuz yil ona hizmet etti. Bu zaman zarfinda, o kamil mürsid'in kilavuzlugu ile mücahede (nefsi yenmek için gayret sarfederek) ve riyazetle (dünya lezzetlerinden ve rahatindan sakinarak perhizle) mesgul olup, o kamil arifin feyizli sohbet ve nefesleriyle pisti, olgunlasti, bastan ayaga nur oldu; kendinden kurtuldu, mana sultani oldu. Nitekim, Mesnevi'sindeki su iki beyit, pistiginin, kamil insan mertebesine ulastiginin ifadesidir:
"Pis ol da bozulmaktan kurtul... Yürü, Burhan-i Muhakkik gibi nur ol."
Kendinden kurtuldun mu, tamamiyle burhan olursun. Kul olup yok oldun mu, sultan kesilirsin.
Hz. Mevlana'nin Konya Disina Seyahati
Mevlana, yüksek ilimlerde daha çok derinlesmek için, Seyyid Burhaneddin'in izniyle Halep'e gitti. Haleviyye
Medresesi'nde, fikih, tefsir ve usul ilimlerinde üstün bir alim olan Adim oglu Kemaleddin'den ders aldi.
Mevlana, Helep'teki tahsilini bitirdikten sonra sam'a geçti. Burada, ilmi incelemeler yapmak için dört yil kaldi. Bu zaman zarfinda sam'daki alimlerle tanisip, onlarla sohbet etti.
Eflaki'ye göre Mevlana, sam'da Sems-i Tebrizi ile görüsmüstür; fakat bu görüsme kisa bir müddettir ve söyle cerayan etmistir:
Sems-i Tebrizi, bir gün halk arasinda, Mevlana'nin elini yakalayip öper ve ona:
"Dünyanin sarrafi beni anla!" diye hitap eder ve kaybolur.
iste bu sohbet veya bir anlik görüsme tarihinden takriben sekiz sene sonra sems, Konya'ya gelecek ve Mevlana ile içli disli sohbet edecektir.
Yedi yil süren Halep ve sam seyahatinden sonra Konya'ya dönen Mevlana, Seyyid Burhaneddin'in arzusu üzerine birbiri arkasina, candan istekle ve samimiyetle, üç çile çikardi. Yani üç defa kirkar gün (yüzyirmi gün) az yemek, az içmek, az uyumak ve vaktinin tamamini ibadetle geçirmek suretiyle nefsini aritti. Üçüncü çilenin sonunda Seyyid Burhaneddin, Mevlana'yi kucaklayip öptü; takdir ve tebrikle:
"Bütün ilimlerde esi benzeri olmayan bir insan; nebilerin ve velilerin parmakla gösterdigi bir kisi olmussun... Bismillah de yürü, insanlarin ruhunu taze bir hayat ve ölçülemeyecek bir rahmete bog; bu suret aleminin ölülerini kendi mana askinla dirilt."dedi ve onu irsad ile görevlendirdi.
Seyyid Burhaneddin, daha sonra, Mevlana'dan izin alip Kayseri'ye gitmis ve orada ebedi aleme göçmüstür. (1241, 1242). Türbesi Kayseri'dedir.
Mevlana, Seyyid Burhaneddin'in Konya'dan ayrilisindan sonra, irsad (Allah yolunu gösterme) ve tedris makamina geçti. Babasinin ve dedelerinin usullerine uyarak bes yil bu vazifeyi basari ile yapti. Rivayete göre dini ilimleri tahsil eden dörtyüz talebesi ve onbinden çok müridi vardi.
Hz. Mevlana'nin Dostlari, Halifeleri
Sems-i Tebrizi
Bu zatin adi, semseddin Muhammed olup dogumu 1186'dir. Tebrizli Melekdad oglu Ali'nin oglu olan sems, tahsilini bitirdikten sonra, zamanin yegane seyhi olarak gördügü Tebrizli seyh Ebu Bekir Sellebaf (selle ve sepet örücüsü)'a intisap etti ve onun terbiye ve irsadiyla yetisip olgunlasti.
sems, ulastigi manevi makama kanaat etmediginden daha olgun mürsidler bulmak arzusuyla seyahate çikti. Senelerce, takati tükenircesine birçok yerler dolasti; zamanin arifleriyle görüstü. Bu arifler, mana alemindeki uçusundan kinaye olarak sems'e, Sems-i Perende (Uçan Günes) adini vermislerdir.
sems, ta çocuklugundan itibaren fikren ve ruhen hür bir dervis, kendinden geçercesine ilahi aska dalarak yasayan bir sahsiyettir.
sems, kendini ruhen tatmin edecek seviyede bir hak dostu bulamayan ve hep kendi mertebesinde bir sohbet arkadasi arayan kamil velidir.
Yana yakila, kendisine muhatap olabilecek, sohbetine dayanabilecek bir dost arayan sems'in bir gece karari elden gitti, heyecan içinde idi. Allah'in tecellilerine gömülüp mest olmus bir halde münacatinda :
"Ey Allah'im ! Kendi , örtülü olan sevgililerinden birini bana göstermeni istiyorum." diye yalvardi.
Allah tarafindan, istediginin, Anadolu ülkesinde bulunan, Belh'li Sultanü'l-Ulema'nin oglu Muhammed Celaleddin oldugu ilham edildi.
Bu ilham ile sems, 29 Kasim 1244 yili Cumartesi sabahi Konya'ya geldi.
Hz. sems ile Hz. Mevlana'nin Bulusmalari
Mevlana, ile sems, bu iki kabiliyet, bu iki nur, nihayet bulustular; görüstüler.
Bu iki ilahi asik, bir müddet yalnizca bir köseye çekilerek kendilerini tamamiyle Hakk'a verdiler ve gönüllerine gelen ilahi ilhamlarla sohbetlere koyuldular.
Sultan Veled der ki:
"Ansizin sems gelip ona ulasti; ona masukluk (sevilen, sevgili olmanin) hallerini anlatti, açikladi. Böylece de sirri yücelerden yüceye vardi. sems, Mevlanayi sasilacak bir aleme çagirdi, öyle bir aleme ki, ne Türk gördü o alemi ne Arap."
Hz. Mevlana'nin Masukluk Mertebesine Erismesi
Bu Hususu Sultan Veled söyle açiklar:
"Alemdeki erenlerin derecelerinden üstün bir derece vardir ki o, masukluk duragidir. Aleme bu masukluk
duragina dair haber gelmemis; bu durakta bulunanlarin ahvalini hiçbir kulak isitmemisti. Tebrizli semseddin zuhur edip, Mevlana Celaleddin'i asiklik ve erenlik mertebesinden, bu zamana kadar duyulmamis olan. Masukluk mertebesine eristirmistir. Esasen Mevlana, ezelde, masukluk denizinin incisiydi; hersey döner, aslina varir."
Hatirlara gelebilecek, "sems mi Mevlana'yi aradi; Mevlana mi Sems-i " sorusuna cevap verebiliriz:
sems, Mevlana'yi Mevlana da sems'i aramistir.
sems Mevlana'ya asik ve taliptir; Mevlana da sems'e asik ve taliptir. Çünkü asik, ayni zamanda masuk; masuk ayni zamanda asiktir. Mevlana der ki:
"Dilberler (gönül alip götüren, manevi güzeller), asiklari, canla basla ararlar.. Bütün masuklar, asiklara avlanmislardir.
Kimi asik görürsen bilki masuktur. Çünkü o, asik olmakla beraber masuk tarafindan sevildigi cihetle masuktur da. Susuzlar alemde su ararlar, fakat su da cihanda susuzlari arar."
Mevlana, manevi yolculugunu, olgunluga ermesini, su sözünde toplamistir:
"Hamdim, pistim, yandim."
Mevlana'nin pismesi, babasi Sultanü'l-Ulema Bahaeddin Veled ve Seyyid Burhaneddin'in feyizli nefesleriyle; yanmasi da sems'in nurlu aynasinda gördügü kendi güzelliginin ask atesiyledir.
Mevlana, sems ile Konya'da bulustugu zaman tamamiyle kemale ermis bir sahsiyetti. sems, Mevlana'ya ayna oldu. Mevlana, sems'in aynasinda gördügü kendi essiz güzelligine asik oldu. Diger bir ifadeyle Mevlana, gönlündeki Allah askini sems'te yasatti.
Mevlana'nin sems'e karsi olan sevgisi, Allah'a olan askinin miyaridir (ölçüsüdür); çünkü Mevlana, sems'te Allah cemalinin parlak tecellilerini görüyordu.
Mevlana açilmak üzere bir güldü. sems ona bir nesim oldu. Mevlana zaten büyüktü, sems onda bir gidis, bir nesve degisikligi yapti.
sems ile Mevlana üzerine söz tükenmez. Son söz olarak söyle söyleyelim:
sems, Mevlana'yi atesledi ama karsisinda öyle bir volkan tutustu ki, alevleri içinde kendi de yandi.
Hz. sems'in Konya'dan Ayrilisi
sems ile bulusan Mevlana, artik vaktini sems'in sohbetine hasretmis, sems'in nurlarina gömülüp gitmis, bambaska bir aleme girmisti. sems'in cazibesinde yana yana dönüyor, ilahi askla kendinden geçercesine Sema ediyordu.
Bu iki ilahi dostun sohbetlerindeki mukaddes sirri idrakten aciz olanlar, ileri geri konusmaya basladilar. Neticede sems, incindi ve Mevlana'nin yalvarmalarina ragmen, Konya'dan sam'a gitti (14 Mart, 1246 Persembe).
Hz. sems'in Konya'ya Dönüsü
sems'in ayriligindan derin bir istiraba düsen Mevlana, manzum olarak yazdigi güzel bir mektubu, Sultan Veled'in baskanligindaki kafileyle sam'a, sems'e gönderdi.
Sultan Veled, kaflesiyle sam'a vardi. sems'i buldu ve babasinin davet mektubunu, hediyelerle birlikte sems'e sundu.
sems:
"Muhammed-i tavirli ve ahlakli Mevlana'nin arzusu kafidir. Onun sözünden ve isaretinden nasil çikilabilir?" diyerek, Mevlana'nin davetine icabet etti ve 1247'de, Sultan Veled'in kafilesiyle, Konya'ya döndü.
Sems-i Tebrizi Hazretleri'nin Kaybolusu
sems'in Konya'ya geri gelmesine herkes sevindi. Mevlana da hasretin sikintilarindan kurtuldu. Artik sems'in serefine ziyafetler verildi. Sema meclisleri tertip edildi. Fakat huzurlu, muhabbettle, dostluk içinde geçen günler uzun sürmedi; dedikodular ve can sikici durumlar yeniden basladi.
sems, o bahtsiz dedikoducu toplulugun yine kinle doldugunu, gönüllerinden sevginin uçup gittigini, akilarinin nefislerine esir oldugunu anladi ve kendisini ortadan kaldirmaya ugrastiklarini bildi. Sultan Veled'e dedi ki:
"Gördün ya, azginlikta yine birlestiler.
Dogru yolu göstermekte, bilginlikte esi olmayan Mevlana'nin huzurundan beni ayirmak, uzaklastirmak, sonra da sevinmek istiyorlar.
Bu sefer öyle bir gidecegim ki, hiç kimse benim nerede oldugumu bilemeyecek. Aramaktan acze düsecek, kimse benden bir nisan bile bulamiyacak.
Böyle birçok yillar geçecek de yine izimin tozunu bile göremeyecek."
iste Sultan Veled'e böyle yakinan sems, 1247-1248 tarihinde, Konya'dan ansizin gidip kayboldu.
sems'in kaybolusundan sonra Mevlana, herkesten onun haberini soruyordu. Kim onun hakkinda asli esasi olmayan bir haber bile verse ve sems'i falan yerde gördüm dese, bu müjde için sarigini ve hirkasini vererek sükranelerde bulunuyordu.
Bir gün, bir adam, Sems-i sam'da gördüm, diye haber verdi. Mevlana buna, tarif edilemeyecek sekilde sevindi ve o adama, üstünde nesi varsa bagisladi. Dostlarindan birisi, bu adamin verdigi haber yalandir, o sems'i hiç görmemistir, dediginde Mevlana su cevabi vermistir: "Evet, onun verdigi bu yalan haber için üstümde neyim varsa verdim. Eger dogru haber verseydi, canimi verirdim."
Hz. Mevlana'nin Konya Disina ikinci Çikisi
Mevlana, sems'i çok aradi. Onun ayriligiyla, gönülleri yakan, sizlatan, nice siirler söyledi. Onu aramak için iki kere sam'a gitti. Yine Sems-i bulamadi. Bu son iki seyahatin tarihleri kesin olarak bilinmemekle beraber, büyük bir ihtimalle 1248-1250 yillari arasinda oldugu söylenebilir.
Sultan Veled'in ifadesiyle Mevlana, sam'da suret bakimindan Tebrizli Sems-i bulamadi ama, mana yönünden onu, kendisinde buldu. Ay gibi kendi varliginda beliren sems'i, kendinde gördü ve dedi ki:
"Beden bakimindan ondan ayriyim ama, bedensiz ve cansiz ikimizde bir nuruz.
Ey arayan kisi! ister onu gör, ister beni. Ben oyum o da ben."
Konyali Kuyumcu seyh Selahaddin Hazretleri
Yagibasan'in oglu Konya'li Zerkub (Kuyumcu) diye taninan seyh Selahaddin Feridun, Konya civarindaki bir gölün kenarinda balikçilikla geçinen bir ailedendir.
Ümmi olarak bilinen seyh Selahaddin, gençliginde Seyyid Burhaneddin'in terbiyesine girmis, onun sohbetlerinde pismis, onun feyziyle olgunlasmis, kamil bir insandir. Ayrica sems'in sohbetlerinde de bulunmus , ondan feyz almistir.
seyh Selahaddin, kuyumcu dükkaninda altin varak yaparak, helalinden para kazanmak ve manevi halini kuvvetlendirmekle ugrasirdi. seyh Selahaddin'in, Mevlana ile tanismasi ta Seyyid Burhaneddin'in manevi terbiyesi altina girdigi tarihte baslar; fakat bütün sevgilerden tamamen vazgeçip Mevlana'ya manen baglanmasina ve vakitlerini onun sohbetlerine hasretmesine sebep su hadisedir.
Mevlana bir gün seyh Selahaddin'in Kuyumcular çarsisindaki dükkaninin önünden geçmektedir. içerde varak yapmak için çekiçle altin dögmekte olan Kuyumcu seyh Selahaddin ve çiraklarinin çekiç darbelerinden çikan sesleri duyan Mevlana, o hos seslerin ahengi ile cezbelenir (Allah tarafindan manen çekilerek iradesi elden gider) ve vecd ile (kendinden geçip ilahi aska dalarak) Sema etmeye baslar. Disarida Mevlana'nin Sema ettigini gören seyh Selah addin onun, çekiç darbelerinin ahengine, ritmine uyarak Sema ettigini anlayinca, altinin zayi olmasini düsünmez ve çiraklarina, çekiç darbelerine devam etmelerini emrederek kendisi de disari firlar ve Mevlana'nin ayaklarina kapanir.
Hz. Mevlana'nin, seyh Selahaddin Hazretleri'ni Kendisine Hemdem ve Halife Seçmesi
Mevlana, son sam seyahatinde, mana yönünden sems'i ay gibi kendinde gördükten sonra, onu aramaktan vazgeçti ve kendisine seyh Selahaddin'i dost ve hemdem olarak seçti. Mevlana, sems'e duydugu muhabbet ve gönül bagliliginin aynisini seyh Selahaddin'e de gösterdi ve bu zat ile sükun buldu.
Mevlana, Allah'in cemal tecellileri içinde ruhen manevi bir alemde yasadigindan, müridlerinin irsadiyla bizzat ugrasmamis ve onlarin irsad ve terbiyesine, en seçkin, en ehil dostlarindan birini tayin etmistir. iste seyh Selahaddin, bu vazifeye ilk olarak tayin ettigi dostudur.
Mevlana, seyh Selahaddin'e yalniz manevi bir bag ve içten gelen muhabbetiyle kalmadi, onun kizi, hakkinda: "Benim sag gözüm" diyerek iltifatta bulundugu Fatma Hatun'u, oglu Sultan Veled'e almak suretiyle aralarinda bir akrabalik bagi da kurdu.
seyh Selahaddin Hazretleri'nin Olgunlugu
Mevlana'nin, sems ile dostlugunu çekemeyenler bu sefer de Mevlana'nin seyh Selahaddin'e gösterdigi yakinliga hased etmeye basladilar. seyh Selahaddin'i, ü mmidir diye, yüksek irsad makamina layik görmüyorlardi. sems'e yaptiklari gibi küstahliga kalkistilar.
Kendisine kötü düsümce ile bakan bahtsiz, zavallilara seyh Selahaddin:
"Mevlana, beni yalnizca herkesten üstün tuttu da bu yüzden inciniyorsunuz. Bilmiyorsunuz ki, benim apaçik bir görünüsüm yok, ben bir aynayim.
Mevlana, bende kendi yüzünü görüyor; ne diye kendini seçmesin?
O, kendi güzelim yüzüne asik; bundan baska bir fikre düsmek, kötü bir sey." Diyerek, kemal ve mahviyyetini (ileri derecede alçak gönüllülügünü) göstermistir.
Mevlana ile seyh Selahaddin, on yil birbirleriyle adeta mest olarak görüsüp sohbet ettiler; ayrilik mahmurlugunu tadmadan, visal aleminde safalar sürdüler.
Nihayet seyh Selahaddin hastalandi ve ebedi aleme göçtü (1259).
Çelebi Hüsameddin, vaktiyle Konya'ya göçmüs bir soylu ailendendir ve dogum yeri Konya'dir (1225). Çelebi lakabini kendisine veren Mevlana'dir.
Gençliginin ilk yilarinda, Ahilerin seyhi olan babasini kaybeden Çelebi Hüsameddin, zamanin bütün ulu kisileri ve seyhlerinden yakin alaka ve himaye gördügü halde, bütün hizmetkarlari ve arkadaslariyla, Mevlana'nin terbiyesinde yetisip olgunlasmis, kamil insan olmustur.
Mevlana'nin Çelebi Hazretleri'ni Kendisine Hemdem ve Halife Seçmesi
Mevlana, seyh Selahaddin'den sonra kendisine hemdem ve halife olarak Çelebi Hüsameddin'i seçti ve dostlarina söyle dedi:
"Ona bas egin, önünde acizcesine kanatlarinizi yere gerin! Bütün buyruklarini yerine getirin; sevgisini caninizin ta içine ekin.
O rahmet madenidir, Allah nurudur." Mevlana'nin bu buyrugu üzerine, bütün dostlar ona itaat ettiler. Sultan Veled'in diliyle:
"Bütün dostlar, onun lutuf suyuna testi kesildiler. sems'e ve seyh Selahaddin'e yapmis olduklari asagilik hareketlerden kurtulmuslar, edeplenmislerdi. Haset etmeden çelebi Hüsameddin'e itaat ettiler."
Çelebi Hüsameddin on bes sene Mevlana'nin serefli sohbetinde bulundu. Mevlana'dan sonra da dokuz sene irsad makaminda, Mevlana'nin postunda oturdu.
Mevlana, ancak Çelebi Hüsameddin'in bulundugu mecliste rahat bulur, huzur duyar, cosup manalar saçar, hakikat ilminden bahisler açardi. Mevlana'ya göre, hakikatler memesinden manalar sütünü emip çikaran Çelebi Hüsameddin'dir. Mesnevi'sinde bu manaya isaretle söyle der:
"Bu söz, can memesinde süttür. Emen olmadikça güzelce akmiyor.
Dinleyen susuz ve arayici olursa, va'zeden ölü bile olsa söyler.
Dinleyen yeni gelmis ve usanmamis olursa dilsiz bile sözde bülbül kesilir.
Kapimdan içeri, na-mahrem girince, harem halki, perde arkasina girer, gizlenir.
Zararsiz ve mahrem birisi gelince de o kendilerini gizleyen mahremler, yüzlerindeki perdeyi açarlar.
Bütün güzel, hos ve yarasan seyler, gören göz için yapilir. Çengir zir (en ince) ve bam (en kalin) nagmeleri, nasil olur da sagir kulak için terennüm edilir?
Allah, miski beyhude yere güzel kokulu yapmadi. Koku duyan için yaratti; koku almayan için degil."
iste islami tasavvuf edebiyatinin en büyük didaktik saheseri olan Mesnevi'yi Çelebi hüsameddin, Mevlana'nin tükenmez bir hazineye benzeyen ruhundan çekip çikarmistir. Mevlana'nin kirk yil samimiyetle hizmetinde, sohbetinde bulunan Sipehsalar, Risalesinde, Çelebi Hüsameddin'in degerini su cümlelerle belirtiyor:
"Hakikatte Hudavendigar hazretlerimizin tam mazhari Çelebi Hüsameddin idi ve bütün Mesnevi-i serif onun ricasi ile yazilmistir. Bütün tevhid ve ask ehli, kendilerine bahsedilen mesnevi'nin yalnizca yazilmasi hususunda, kiyamete kadar Çelebi Hüsameddin'e tesekkür etseler, yine sükran borçlarini ödeyemezler."
Mesnevi-i Ma'nevi'nin Yazilisi
Eflaki, Mesnevi'nin yazilip tamamlanmasini anlattigi bahiste diyor ki:
"Mevlana Hazretleri, asil kisilerin sultani Çelebi Hüsameddin'in cazibesi ile heyecanlar içerisinde Sema ederken, hamamda otururken, ayakta, sükunet ve hareket halinde daima Mesnevi'yi söylemeye devam etti. Bazen öyle olurdu ki, aksamdan baslayarak gün agarincaya kadar birbiri arkasindan söyler, yazdirirdi. Çelebi Hüsameddin de bunu süratle yazar ve yazdiktan sonra hepsini yüksek sesle Mevlana'ya okurdu. Cilt tamamlaninca Çelebi Hüsameddin, beyitleri yeniden gözden geçirerek gereken düzeltmeleri yapip tekrar okurdu."
Bu sekilde dikkatlice 1259- 1261 yillari arasinda yazilmaya baslanilan Mesnevi, 1264- 1268 yillari arasinda sona erdi.
Hz. Mevlana'nin Baki Aleme Göçüsü
Mevlana, Çelebi Hüsameddin ile tam onbes sene güzel demler, hos sefalar sürdü. Bu müddet zarfinda bahtsizlarin fitne ve hücumundan uzak, huzur ve sürur içinde yasadi. Dostlari onun cemalinin nuruna pervane olmuslardi. Mevlana, artik son anlarini yasadigini, özledigi ebedi cemal alemine kavusacagini anlamisti. Ansizin hastalanip yataga düstü.
Mevlana'nin hastalik haberi Konya'da yayildigi zaman ahali, sifalar dilemeye, gönlünü, duasini almaya geliyorlardi.
seyh Sadrettin (?- 1274) de talebeleriyle birlikte Mevlana'ya geçmis olsun demeye geldi ve çok üzüldügünü beyan edip:
"Allah yakin zamanda sifalar versin. Hastalik ahirette derecenizin yükselmesine sebeptir. Siz alemin canisiniz, insaallah yakin zamanda tam bir sihhate kavusursunuz." Diye temennide bulundu. Bunun üzerine Mevlana:
"Bundan sonra Allah sizlere sifa versin. Asikin masukuna kavusmasini nurun nura ulasmasini istemiyor musunuz.?"dedi. seyh Sadrettin, yanindakilerle birlikte aglayarak kalkip gitti.
Mevlana, dostlarina ve aile efradina, bu dünyadan göçecegine üzülmemelerini söylüyordu.; fakat onlar, bedenen de olsa, bu ayriligi kabullenemiyorlar, aglayip inliyorlardi.
Mevlana'nin hanimi Mevlana'ya hitaben:
"Ey Alemin nuru, ey ademin cani! Bizi birakip nereye gideceksin?" diyerek agliyor ve ilave ediyordu.
Hüdavendigar Hazretleri'nin dünyayi hakikat ve manalarla doldurmasi için üçyüz veya dörtyüz yillik ömrünün olmasi lazimdi."
Mevlana'da cavaben:
Niçin? Niçin? Biz ne Firavun ve ne de Nemrud'uz, bizim toprak alemiyle ne isimiz var, bize bu toprak aleminde huzur ve karar nasil olur? Ben insanlara faydam dokunsun diye dünya zindaninda kalmisim; yoksa hapishane nerede ben nerede? Kimin malini çalmisim? Yakinda Allah'in sevgili dostunun, Hz. Muhammed (SAV)'in yanina dönecegimiz umulur." Dedi
Hz. Mevlana'nin Tavsiye Ettigi Bir Dua
Mevlana son demlerinde iken, dostu Siraceddin Tatari'yi yanina çagirarak, kendisine su duayi ögretmis ve sikintili zamanlarinda okumasini tavsiye etmistir:
"Ya Rabbi! Bana ne senin zikrini unutturacak, sana sevkimi söndürecek, seni tesbih ederken duydugum lezzeti kesecek bir hastalik; ne de beni azdiracak, ser ve kötülügümü artiracak bir sihhat ver."
Ey Merhamet edenlerin merhametlisi!
Merhametinle bu duami kabul et.
Hz. Mevlana'nin Dostlarina Tavsiye Ettigi Dua
Ya Rabbi!
Bana, ne senin zikrini unutturacak, san sevkimi söndürecek , seni tesbih ederken duydugum lezzeti kesecek bir hastalik; ne de beni azdiracak, ser ve kötülügümü artiracak bir sihhat ver.
Ey merhamet edenlerin merhametlisi merhametinle duami kabul et.
Hz. Mevlana'nin Sabah Namazindan Sonra Okuduklari Dua
Allah'im kalbimi nurlandir, kulagimi nurlandir, gözümü nurlandir, saçimi nurlandir, derimi nurlandir, etimi nurlandir, kanimi nurlandir, önümü nurlandir, ardimi nurlandir, altimi nurlandir, üstümü nurlandir, sagimi nurlandir, solumu nurlandir, Allahim! nurumu artir, bana nur ver. Ey nurun nuru ey merhametlilerin merhametlisi Allahim merhametinle beni nur et.
Bu dua, ismi güzel, cismi güzel, teni güzel, cani güzel, ruhu güzel, huyu güzel Efendimiz (Sallallahu Aleyhi Vesellem)'in dilindendir.
Hz. Mevlana'nin Vasiyeti
"Ben size, gizli ve aleni, Allah'dan korkmanizi,
az yemenizi,
az uyumanizi,
az söylemenizi,
günahlardan çekinmenizi,
oruç tutmaya ve namaz kilmaya devam etmenizi,
daima sehvetten kaçinmanizi,
halkin eziyet ve cefasina dayanmanizi,
avam ve sefihlerle düsük kalkmaktan uzak bulunmanizi,
kerem sahibi olan salih kimselerle beraber olmanizi vasiyet ederim.
insanlarin hayirlisi, insanlara faydasi dokunandir.
Sözün hayirlisi da az ve öz olanidir.
Hamd, yalniz tek olan Allah'a mahsustur.
Tevhid ehline selam olsun."
seb-i Arus
irfan ve sevgi günesi Mevlana, 5 Cemazelahir, 672 (17 Aralik, 1273) Pazar günü gurup vakti, bütün parlakligi ile, bütün güzellikleriye gülerek ebediyet aleminin semasina dogdu. Mevleviler, o geceye seb-i Arus derler.
Hz. Mevlana'nin Cenaze Merasimi
Müslüman olan, müslüman olmayan, küçük, büyük ne kadar Konyali varsa hepsi, Mevlana'nin cenaze merasimine katildi.
Müslümanlar, müslüman olmayanlari sopa ve kiliçla savmaya çalisarak, onlara:
"Bu merasimin sizinle ne ilgisi vardir? Bu din sultani Mevlana bizimdir, bizim imamimizdir," diyorlardi.Onlar da su cevabi veriyorlardi:
"Biz Musa'nin isa'nin , ve bütün peygamberlerin hakikatini onun sözünden anlayip ögrendik. Kendi kitabimizda okudugumuz olgun peygamberlerin huy ve hareketlerini onda gördük. Sizler nasil onun muhibbi müridi iseniz, bizde onun muhibbiyiz.
Mevlana Hazretleri'nin zati, insanlarin üzerinde parlayan ve onlara iyilikte, cömertlikte bulunan hakikatler günesidir .Günesi bütün dünya sever. Bütün evler onun buruyla aydinlanir.
Mevlana ekmek gibidir. Hiç kimse ekmege ihtiyaç duymamazlik edemez. Ekmekten kaçan hiçbir aç gördünüzmü?"
Mevlana'nin vasiyeti üzerine seyh Sadrettin, Mevlananin namazini kildirmak üzere niyetlendiginde dayamayip bayginlik geçirdi. Bunun üzerine namaza Kadi Siraceddin imamlik etti.
Hz. Mevlana'ya Yesil Kubbe
Mevlana'ya, Yesil Kubbe denilen Türbe, Sultan Veled ile Alameddin Kayser'in gayreti ve Emir Pervane'nin esi (Sultan II. Giyaseddin Keyhüsrev'in kizi) Gürcü Hatun'un yardimlariyla Çelebi Hüsameddin zamaninda yapildi.
Türbenin mimari, Tebrizli Bedreddin'dir.
Selimoglu Abdülvahid adli bir sanatkar da Mevlana'nin kabri üzerine, selçuklu oymaciliginin saheseri olarak kabul edilen, büyük bir ceviz sanduka yapmistir. Bu sanduka bugün, sultanü'l Ulema Bahaeddin Veled'in kabri üzerindedir.
Hz. Mevlana'nin Ölüm Hakkinda Düsünceleri
"Ölüm günümde tabutum yürüyüp gitmeye basladi mi, bende bu cihanin gami var, dünyadan ayriligima tasalaniyorum sanma; bu çesit süpheye düsme.
Bana aglama, yazik yazik deme. seytanin tuzagina düsersem iste hayiflanmanin sirasi o zamandir.
Cenazemi görünce ayrilik ayrilik deme. O vakit benim bulusma ve görüsme zamanimdir.
Beni kabre indirip birakinca, sakin elveda elveda deme; zira mezar cennetler toplulugunun perdesidir.
Batmayi gördün ya, dogmayi da seyret. Günese ve aya batmadan ne ziyan geliyor ki?
Sana batmak görünür, ama o, dogmaktir. Mezar hapis gibi görünür ama o, canin kurtulusudur.
Hangi tohum yere ekildi de bitmedi? Ne diye insan tohumunda süpheye düsüyorsun?
Hangi kova kuyu ya salindi da dolu dolu çikmadi? Can Yusuf'u ne diye kuyuda feryad etsin?
Bu tarafta agzini yumdun mu, o tarafta aç. Zira senin hayuhuyun mekansizlik aleminin fezasindadir."
"Kardes, mezarima defsiz gelme; çünkü Allah meclisinde gamli durmak yarasmaz.
Hak Teala beni ask sarabindan yaratmistir. Ölsem,çürüsem bile, benim yine o askim."
Ölümümüzden sonra mezarimizi yerde aramayiniz. Bizim mezarimiz ariflerin gönlündedir.
Kaynak: HayNet
Hazirlayan: Muhammed Faruk
________________________________________
Mevlana'nin asil adi Muhammed Celaleddin'dir. Mevlana ve Rumi de, kendisine sonradan verilen isimlerdendir. Efendimiz manasina gelen Mevlana ismi, ona, daha pek genç iken Konya'da ders okutmaya basladigi tarihlerde verilir. Bu isim sems-i Tebrizi ve Sultan Veled'den itibaren Mevlana'yi sevenlerce kullanilmis; Adeta adi yerine sembol olmustur.
Rumi, Anadolu demektir.
Mevlana'nin, Rumi diye taninmasi, geçmis yüzyillarda Diyari Rum denilen Anadolu ülkesinin vilayeti olan Konya'da uzun müddet oturmasi, ömrünün büyük bir kisminin orada geçmesi ve nihayet türbesinin orada olmasindandir.
Mevlana'nin dogum yeri, bugünkü Afganistan'da bulunan, eski büyük Türk kültür beldesi Belh'tir
Mevlana'nin Dogum tarihi ise (6 Rebiu'l Evvel, 604) 30 Eylül 1207'dir. Bazi arastirmacilarin tespitine göre, O'nun dogum tarihi 1182'dir.
Asil bir aileye mensup olan Mevlana'nin annesi, Belh Emiri Rükneddin'in kizi Mümine Hatun; babaannesi, Harezmsahlar (1157 Dogu Türk Hakanligi) hanedanindan Türk prensesi, Melike-i Cihan Emetullah Sultan'dir.
Babasi, Sultanü'l-Ulema (Alimlerin Sultani) ünvani ile taninmis, Muhammed Bahaeddin Veled; büyükbabasi, Ahmet Hatibi oglu Hüseyin Hatibi'dir.
Eflaki ye göre Hüseyin Hatibi, ilmi deniz gibi engin ve genis olan bir alim idi. Din ilminin üstadi ve alimlerin büyüklerinden sayilan, güzel siirler söyleyen Nisaburlu Raziyuddin gibi bir zat da talebelerindendi.
Kaynaklar ve Mevlana'nin sevgi yolunda gidenler eserinde Sultanü'l-Ulema Bahaeddin Veled'in nesebinin, anne cihetiyle ondördüncü göbekte Hz. Muhammed (SAV)'in torunu Hz. Hüseyin'e; baba cihetiyle de onuncu göbekte Hz. Muhamed (SAV)'in seçilmis dört dostundan ilki Hz. Ebu Bekir Siddik'a ulastigini kaydediyorlar.
Babasi Bahaeddin Veled Hazretleri'nin sahsiyeti
Bahaeddin Veled, 1150'de Belh'de dogmus, babasi ve dedesinin manevi ilimleriyle yetismis; ayrica
Necmeddin Kübra (?-1221)'dan da feyz almistir.
Bahaeddin Veled bütün ilimlerde esi olmayan, olgun mana sultani idi. ilahi hakikatler ve Rabbani ilimlerden meydana gelen uçsuz bucaksiz bir deniz gibi olan Bahaeddin Veled, Horasan diyarinin, en güç fetvalari halletmede, tek üstadi idi ve vakiftan hiçbir sey almazdi, devlet hazinesinden kendisine tahsis edilen maasla geçinirdi
Kaynaklarin ittifakla rivayetine göre, devrinin alimleri ve ulu müftüleri, Hz. Muhammed (SAV)'in manevi isaretiyle, Bahaeddin Veled'e Sultanü'l-Ulema ünvanini vermislerdir. Bundan sonra da Bahaeddin Veled bu ünvanla yad edilmistir.
Bu ünvanin verilisi Türklerin adetiyle de izah edilebilir.
Türklerin güzel karakterlerini gösteren birçok adetleri vardi. Türkler, yüksek kabiliyet ve fazilet sahiplerinin taninmadan kaybolup gitmesine, unutulmasina razi olmazlardi. Onlari halkin gözünde belirtmek, halki ilim ve irfana yöneltmek için o gibi büyüklere layik olduklari birer ünvan verilirdi. Bu anane, Türklerin ilme, fazilete karsi saygi duygularini gösteren parlak bir delildir. Hatta anane geregince imzalarin üstünde bu ünvanlari kullanmaya mecburdurlar. Onlar kazandiklari bu ünvanlari kendileri için manevi bir rütbe sayarlar, nefisleri için bundan asla gurur duymazlardi.
Alimler gibi giyinen Bahaeddin Veled, adeti üzre, sabah namazindan sonra, halka ders okutur; ögle namazindan sonra dostlarina sohbette bulunur; Pazartesi günleri de bütün halka va'z ederdi.
Va'zi esnasinda umumuyetle, Yunan filozorlarinin fikirlerini benimseyenlerin görüslerini reddeder ve: "Semavi (Allah'dan olan, ilahi) kitaplarini arkalarina atip, filozoflarin silik sözlerini önlerine alip itibar edenlerin nasil kurtulma ümidi olur." "Muhammed Sallallahu aleyhi ve sellem`in yürüyüsünden daha iyi yürüyüs; yolundan daha dogru yol görmedim" derdi.
Hz. Mevlana`nin Babasi ile Belh`ten Çikislari ve Konya`ya Gelisleri.
Arastirmacilar, Bahaeddin Veled'in Belh'ten göç etmesine sebep olarak, Mogol istilasini göstermektedirler.
Sultanü'l-Ulema, aile ve dostlariyla, Belh sehrini 1212, 1213 tarihlerinde terk ettikten sonra Hacca gitmeye niyet etmisti. Nisabur'a ugradi. Göç kervaniyla Bagdat'a yaklastiginda, kendisine hangi kavimden olduklarini ve nereden gelip nereye gittiklerini soran muhafizlara Sultanü'l-Ulema seyh Bahaeddin Veled su manidar cevabi verir.
"Allah'tan geldik, Allah'a gidiyoruz. Allah'tan baska kimsede kuvvet ve kudret yoktur."
Bu söz, seyh sehabeddin Sühreverdi (1145-1235)'ye ulastiginda: "Bu sözü Belh'li Bahaeddin Veled'den baskasi söyleyemez."dedi. Samimiyetle ve muhabbetle karsilamaya kostu. Birbirleriyle karsilasinca seyh Sühreverdi, katirindan inip nezaketle Bahaeddin Veled'in dizini öptü, gönülden hürmetlerini sundu.
Bahaeddin Veled, Bagdat'ta üç günden fazla kalmadi ve Küfe yolundan Ka'be'ye hareket etti. Hac farizasini yerine getirdikten sonra, dönüste sam'a ugradi.
Bahaeddin Veled, yaninda biricik oglu Mevlana oldugu halde, göç kervaniyla sam'dan Malatya'ya, oradan Erzincan'a oradan Karaman'a ugradilar. Karaman'da bir müddet kaldiktan sonra, nihayet Konya'yi seçip oraya yerlestiler.
Göç Yolunda Hz. Mevlana'ya Teveccühte Bulunan Mutasavviflar
Belh'i terk ettikten sonra Bagdat'a dogru yola çikan Bahaeddin Veled, Nisabur'a vardiginda ziyaretine gelen seyh Feridüddin Attar (1119-1221,1230) ile görüsüp sohbet eder.
Sohbet esnasinda seyh Attar, Mevlana'nin nasiyesindeki (alnindaki) kemali görür ve ona Esrar-Name adli eserini hediye eder ve babasina da "çok geçmeyecek ki, bu senin oglun alemin yüregi yaniklarinin yüreklerine atesler salacaktir." der.
Sultanü'l-Ulema, Hac farizasini yerine getirdikten sonra dönüste sam'a ugradi. Orada seyh-i Ekber Muhyiddin ibnü'l Arabi (1165-1240) ile görüstü. seyh-i Ekber, Sultanü'l-Ulema'nin arkasinda yürüyen Mevlana'ya bakarak:
"Sübhanallah! Bir okyanus bir denizin arkasinda gidiyor!" demistir.
Hz. Mevlana'nin Evlenmesi
Karaman'da bulunduklari 1225 tarihinde Mevlana, babasinin buyrugu ile, itibarli, asil bir zat olan Semerkantli Hoca serafeddin Lala'nin, huyu güzel, yüzü güzel kizi Gevher Banu ile evlendi.
Hz. Mevlana'nin, Konya'ya Yerlesmeleriyle ilgili Yorumu
Hak Teala'nin Anadolu halki hakkinda büyük inayeti vardir ve Siddik-i Ekber Hazretlerinin duasiyla da bu halk, bütün ümmetin en merhamete layik olanidir. En iyi ülke Anadolu ülkesidir; fakat bu ülkenin insanlari mülk sahibi Allah'in ask aleminden ve deruni zevkten çok habersizdirler. Sebeblerin hakiki yaraticisi Allahi hos bir lütufta bulundu. Sebepsizlik aleminden bir sebep yaratarak bizi Horasan ülkesinden Anadolu vilayetine çekip getirdi.
Haleflerimize de bu temiz toprakta konacak yer verdi ki, ledünni (Allah bilgisine ve sirlarina ait) iksirimizden (Altin yapma hassamizdan) onlarin bakir gibi vücutlarina saçalim da onlar tamamiyle kimya (bakisiyla, baktigi kimseyi manen yücelten olgun insan); irfan aleminin mahremi ve dünya ariflerinin hemdemi (canciger arkadasi) olsunlar.
Hz. Mevlana'nin Konya'daki Hayati
Önceki bahislerde sahsiyetini belirtmeye çalistigimiz Bahaeddin Veled, Mevlana'nin ilk mürsididir. Yani Mevlana,ya Allah yolunu ögretip, tasavvuf usulünce hakikatleri ve sirlari gösteren tarikat seyhidir. Bütün islam aleminde yüksek bir itibar ve söhrete sahip olan Bahaeddin Veled, Selçuklularin Sultani Alaaddin Keykubat'tan yakin alaka ve sonsuz hürmet görür. Bahaeddin Veled ,3 Mayis 1228 tarihinde Selçuklularin bas sehri Konya'yi sereflendirip yerlestikten kisa bir süre sonra, son derece samimi dindar olan Sultan Alaaddin Keykubat (saltanat müddeti: 1219-1236), sarayinda Bahaeddin Veled'in serefine büyük bir toplanti tertip etti ve bütün ileri gelenleriyle birlikte onun manevi terbiyesi altina girdi. Sultanu'l-Ulema'ya gönülden bagli olan Sultan Alaaddin onu hayranlikla söyle över: "Heybetinden gönlüm tir tir titriyor; yüzüne bakmaktan korkuyorum. Bu eri gördükçe gerçekligim, dinim artiyor. Bu alem, benden korkup titrerken ben , bu adamdan korkuyorum; ya Rabbi bu ne hal? iyice inandim ki O, nadir bulunan ve esi benzeri olmayan bir Allah dostudur." Dünya sultanina hükmeden, essiz Allah dostu mana ve gönül sultani Bahaeddin Veled, 24 subat 1231 tarihinde Cuma günü kusluk vaktinde ebedi aleme göçtü. Geriye Muhammed Celaleddin gibi bir hayirli ogul ile Maarif gibi bir eser birakti. Sultanu'l-Ulema,sadece duygu ve düsüncelerini açikladi, söhret pesinde kosmadi. Etrafindakilerini yetistirdi ve onlari daima aydinlatti. Maarif, Bahaeddin Veled meclislerindeki anlattiklarindan va'z ve nasihatlarinin bizzat kendisi tarafindan yazilarak bir araya getirilmesiyle meydana gelmis tasavvufi, ahlaki bir eserdir. Konusu, muhtevasi ve üslubu ile birinci derecede tasavvufi bir eser olan Maarif, hem kitabin kendi açisindan , hem de Mevlana üzerindeki tesiri bakimindan büyük bir önem tasir. Bahaeddin Veled,in irtihalinde Mevlana yirmi dört yasinda idi. Babasinin vasiyeti, dostlarinin ve bütün halkin yalvarm alari ile babasinin makamina geçti. Mevlana, babasindan sonra, Seyyid Burhaneddin ile bulusuncaya kadar, bir yil mürsidsiz kaldi. 1232 tarihinde babasinin degerli halifesi Seyyid Burhaneddin Konya'ya geldi. Mevlana onun manevi terbiyesi altina girdi.
Seyyid Burhaneddin, mertebesi çok yüksek, bir kamil mürsid idi. Kendisine daima kalplerde bulunan sirlari bilmesinden dolayi, Seyyid Sirdan denirdi. Seyyid Burhaneddin, ta çocukluk yillarinda bir lala gibi omuzlarinda tasiyip dolastirdigi, Mevlanaya dedi ki ."Bilginde esin yok, seçkinsin Ama baban hal (manevi makam) sahibiydi; sen de onu ara, kalden (sözden) geç onun sözlerini iki elinde kavramissin; fakat benim gibi onun haliylede sarhos ol. Böylece de ona tam mirasci kesil; cihadina isik saçmada günese benze. Sen zahiren babanin mirascisisin; ama özü ben almisim; bu dosta bak bana uy."
Mevlana babasinin halifesinden bu sözleri duyunca samimiyetle onun terbiyesine teslim oldu. Mevlana candan, samimiyetle, Seyyid Burhaneddin'i babasinin yerine koydu ve gerçek bir mürsid bilerek gönülden, tam dokuz yil ona hizmet etti. Bu zaman zarfinda, o kamil mürsid'in kilavuzlugu ile mücahede (nefsi yenmek için gayret sarfederek) ve riyazetle (dünya lezzetlerinden ve rahatindan sakinarak perhizle) mesgul olup, o kamil arifin feyizli sohbet ve nefesleriyle pisti, olgunlasti, bastan ayaga nur oldu; kendinden kurtuldu, mana sultani oldu. Nitekim, Mesnevi'sindeki su iki beyit, pistiginin, kamil insan mertebesine ulastiginin ifadesidir:
"Pis ol da bozulmaktan kurtul... Yürü, Burhan-i Muhakkik gibi nur ol."
Kendinden kurtuldun mu, tamamiyle burhan olursun. Kul olup yok oldun mu, sultan kesilirsin.
Hz. Mevlana'nin Konya Disina Seyahati
Mevlana, yüksek ilimlerde daha çok derinlesmek için, Seyyid Burhaneddin'in izniyle Halep'e gitti. Haleviyye
Medresesi'nde, fikih, tefsir ve usul ilimlerinde üstün bir alim olan Adim oglu Kemaleddin'den ders aldi.
Mevlana, Helep'teki tahsilini bitirdikten sonra sam'a geçti. Burada, ilmi incelemeler yapmak için dört yil kaldi. Bu zaman zarfinda sam'daki alimlerle tanisip, onlarla sohbet etti.
Eflaki'ye göre Mevlana, sam'da Sems-i Tebrizi ile görüsmüstür; fakat bu görüsme kisa bir müddettir ve söyle cerayan etmistir:
Sems-i Tebrizi, bir gün halk arasinda, Mevlana'nin elini yakalayip öper ve ona:
"Dünyanin sarrafi beni anla!" diye hitap eder ve kaybolur.
iste bu sohbet veya bir anlik görüsme tarihinden takriben sekiz sene sonra sems, Konya'ya gelecek ve Mevlana ile içli disli sohbet edecektir.
Yedi yil süren Halep ve sam seyahatinden sonra Konya'ya dönen Mevlana, Seyyid Burhaneddin'in arzusu üzerine birbiri arkasina, candan istekle ve samimiyetle, üç çile çikardi. Yani üç defa kirkar gün (yüzyirmi gün) az yemek, az içmek, az uyumak ve vaktinin tamamini ibadetle geçirmek suretiyle nefsini aritti. Üçüncü çilenin sonunda Seyyid Burhaneddin, Mevlana'yi kucaklayip öptü; takdir ve tebrikle:
"Bütün ilimlerde esi benzeri olmayan bir insan; nebilerin ve velilerin parmakla gösterdigi bir kisi olmussun... Bismillah de yürü, insanlarin ruhunu taze bir hayat ve ölçülemeyecek bir rahmete bog; bu suret aleminin ölülerini kendi mana askinla dirilt."dedi ve onu irsad ile görevlendirdi.
Seyyid Burhaneddin, daha sonra, Mevlana'dan izin alip Kayseri'ye gitmis ve orada ebedi aleme göçmüstür. (1241, 1242). Türbesi Kayseri'dedir.
Mevlana, Seyyid Burhaneddin'in Konya'dan ayrilisindan sonra, irsad (Allah yolunu gösterme) ve tedris makamina geçti. Babasinin ve dedelerinin usullerine uyarak bes yil bu vazifeyi basari ile yapti. Rivayete göre dini ilimleri tahsil eden dörtyüz talebesi ve onbinden çok müridi vardi.
Hz. Mevlana'nin Dostlari, Halifeleri
Sems-i Tebrizi
Bu zatin adi, semseddin Muhammed olup dogumu 1186'dir. Tebrizli Melekdad oglu Ali'nin oglu olan sems, tahsilini bitirdikten sonra, zamanin yegane seyhi olarak gördügü Tebrizli seyh Ebu Bekir Sellebaf (selle ve sepet örücüsü)'a intisap etti ve onun terbiye ve irsadiyla yetisip olgunlasti.
sems, ulastigi manevi makama kanaat etmediginden daha olgun mürsidler bulmak arzusuyla seyahate çikti. Senelerce, takati tükenircesine birçok yerler dolasti; zamanin arifleriyle görüstü. Bu arifler, mana alemindeki uçusundan kinaye olarak sems'e, Sems-i Perende (Uçan Günes) adini vermislerdir.
sems, ta çocuklugundan itibaren fikren ve ruhen hür bir dervis, kendinden geçercesine ilahi aska dalarak yasayan bir sahsiyettir.
sems, kendini ruhen tatmin edecek seviyede bir hak dostu bulamayan ve hep kendi mertebesinde bir sohbet arkadasi arayan kamil velidir.
Yana yakila, kendisine muhatap olabilecek, sohbetine dayanabilecek bir dost arayan sems'in bir gece karari elden gitti, heyecan içinde idi. Allah'in tecellilerine gömülüp mest olmus bir halde münacatinda :
"Ey Allah'im ! Kendi , örtülü olan sevgililerinden birini bana göstermeni istiyorum." diye yalvardi.
Allah tarafindan, istediginin, Anadolu ülkesinde bulunan, Belh'li Sultanü'l-Ulema'nin oglu Muhammed Celaleddin oldugu ilham edildi.
Bu ilham ile sems, 29 Kasim 1244 yili Cumartesi sabahi Konya'ya geldi.
Hz. sems ile Hz. Mevlana'nin Bulusmalari
Mevlana, ile sems, bu iki kabiliyet, bu iki nur, nihayet bulustular; görüstüler.
Bu iki ilahi asik, bir müddet yalnizca bir köseye çekilerek kendilerini tamamiyle Hakk'a verdiler ve gönüllerine gelen ilahi ilhamlarla sohbetlere koyuldular.
Sultan Veled der ki:
"Ansizin sems gelip ona ulasti; ona masukluk (sevilen, sevgili olmanin) hallerini anlatti, açikladi. Böylece de sirri yücelerden yüceye vardi. sems, Mevlanayi sasilacak bir aleme çagirdi, öyle bir aleme ki, ne Türk gördü o alemi ne Arap."
Hz. Mevlana'nin Masukluk Mertebesine Erismesi
Bu Hususu Sultan Veled söyle açiklar:
"Alemdeki erenlerin derecelerinden üstün bir derece vardir ki o, masukluk duragidir. Aleme bu masukluk
duragina dair haber gelmemis; bu durakta bulunanlarin ahvalini hiçbir kulak isitmemisti. Tebrizli semseddin zuhur edip, Mevlana Celaleddin'i asiklik ve erenlik mertebesinden, bu zamana kadar duyulmamis olan. Masukluk mertebesine eristirmistir. Esasen Mevlana, ezelde, masukluk denizinin incisiydi; hersey döner, aslina varir."
Hatirlara gelebilecek, "sems mi Mevlana'yi aradi; Mevlana mi Sems-i " sorusuna cevap verebiliriz:
sems, Mevlana'yi Mevlana da sems'i aramistir.
sems Mevlana'ya asik ve taliptir; Mevlana da sems'e asik ve taliptir. Çünkü asik, ayni zamanda masuk; masuk ayni zamanda asiktir. Mevlana der ki:
"Dilberler (gönül alip götüren, manevi güzeller), asiklari, canla basla ararlar.. Bütün masuklar, asiklara avlanmislardir.
Kimi asik görürsen bilki masuktur. Çünkü o, asik olmakla beraber masuk tarafindan sevildigi cihetle masuktur da. Susuzlar alemde su ararlar, fakat su da cihanda susuzlari arar."
Mevlana, manevi yolculugunu, olgunluga ermesini, su sözünde toplamistir:
"Hamdim, pistim, yandim."
Mevlana'nin pismesi, babasi Sultanü'l-Ulema Bahaeddin Veled ve Seyyid Burhaneddin'in feyizli nefesleriyle; yanmasi da sems'in nurlu aynasinda gördügü kendi güzelliginin ask atesiyledir.
Mevlana, sems ile Konya'da bulustugu zaman tamamiyle kemale ermis bir sahsiyetti. sems, Mevlana'ya ayna oldu. Mevlana, sems'in aynasinda gördügü kendi essiz güzelligine asik oldu. Diger bir ifadeyle Mevlana, gönlündeki Allah askini sems'te yasatti.
Mevlana'nin sems'e karsi olan sevgisi, Allah'a olan askinin miyaridir (ölçüsüdür); çünkü Mevlana, sems'te Allah cemalinin parlak tecellilerini görüyordu.
Mevlana açilmak üzere bir güldü. sems ona bir nesim oldu. Mevlana zaten büyüktü, sems onda bir gidis, bir nesve degisikligi yapti.
sems ile Mevlana üzerine söz tükenmez. Son söz olarak söyle söyleyelim:
sems, Mevlana'yi atesledi ama karsisinda öyle bir volkan tutustu ki, alevleri içinde kendi de yandi.
Hz. sems'in Konya'dan Ayrilisi
sems ile bulusan Mevlana, artik vaktini sems'in sohbetine hasretmis, sems'in nurlarina gömülüp gitmis, bambaska bir aleme girmisti. sems'in cazibesinde yana yana dönüyor, ilahi askla kendinden geçercesine Sema ediyordu.
Bu iki ilahi dostun sohbetlerindeki mukaddes sirri idrakten aciz olanlar, ileri geri konusmaya basladilar. Neticede sems, incindi ve Mevlana'nin yalvarmalarina ragmen, Konya'dan sam'a gitti (14 Mart, 1246 Persembe).
Hz. sems'in Konya'ya Dönüsü
sems'in ayriligindan derin bir istiraba düsen Mevlana, manzum olarak yazdigi güzel bir mektubu, Sultan Veled'in baskanligindaki kafileyle sam'a, sems'e gönderdi.
Sultan Veled, kaflesiyle sam'a vardi. sems'i buldu ve babasinin davet mektubunu, hediyelerle birlikte sems'e sundu.
sems:
"Muhammed-i tavirli ve ahlakli Mevlana'nin arzusu kafidir. Onun sözünden ve isaretinden nasil çikilabilir?" diyerek, Mevlana'nin davetine icabet etti ve 1247'de, Sultan Veled'in kafilesiyle, Konya'ya döndü.
Sems-i Tebrizi Hazretleri'nin Kaybolusu
sems'in Konya'ya geri gelmesine herkes sevindi. Mevlana da hasretin sikintilarindan kurtuldu. Artik sems'in serefine ziyafetler verildi. Sema meclisleri tertip edildi. Fakat huzurlu, muhabbettle, dostluk içinde geçen günler uzun sürmedi; dedikodular ve can sikici durumlar yeniden basladi.
sems, o bahtsiz dedikoducu toplulugun yine kinle doldugunu, gönüllerinden sevginin uçup gittigini, akilarinin nefislerine esir oldugunu anladi ve kendisini ortadan kaldirmaya ugrastiklarini bildi. Sultan Veled'e dedi ki:
"Gördün ya, azginlikta yine birlestiler.
Dogru yolu göstermekte, bilginlikte esi olmayan Mevlana'nin huzurundan beni ayirmak, uzaklastirmak, sonra da sevinmek istiyorlar.
Bu sefer öyle bir gidecegim ki, hiç kimse benim nerede oldugumu bilemeyecek. Aramaktan acze düsecek, kimse benden bir nisan bile bulamiyacak.
Böyle birçok yillar geçecek de yine izimin tozunu bile göremeyecek."
iste Sultan Veled'e böyle yakinan sems, 1247-1248 tarihinde, Konya'dan ansizin gidip kayboldu.
sems'in kaybolusundan sonra Mevlana, herkesten onun haberini soruyordu. Kim onun hakkinda asli esasi olmayan bir haber bile verse ve sems'i falan yerde gördüm dese, bu müjde için sarigini ve hirkasini vererek sükranelerde bulunuyordu.
Bir gün, bir adam, Sems-i sam'da gördüm, diye haber verdi. Mevlana buna, tarif edilemeyecek sekilde sevindi ve o adama, üstünde nesi varsa bagisladi. Dostlarindan birisi, bu adamin verdigi haber yalandir, o sems'i hiç görmemistir, dediginde Mevlana su cevabi vermistir: "Evet, onun verdigi bu yalan haber için üstümde neyim varsa verdim. Eger dogru haber verseydi, canimi verirdim."
Hz. Mevlana'nin Konya Disina ikinci Çikisi
Mevlana, sems'i çok aradi. Onun ayriligiyla, gönülleri yakan, sizlatan, nice siirler söyledi. Onu aramak için iki kere sam'a gitti. Yine Sems-i bulamadi. Bu son iki seyahatin tarihleri kesin olarak bilinmemekle beraber, büyük bir ihtimalle 1248-1250 yillari arasinda oldugu söylenebilir.
Sultan Veled'in ifadesiyle Mevlana, sam'da suret bakimindan Tebrizli Sems-i bulamadi ama, mana yönünden onu, kendisinde buldu. Ay gibi kendi varliginda beliren sems'i, kendinde gördü ve dedi ki:
"Beden bakimindan ondan ayriyim ama, bedensiz ve cansiz ikimizde bir nuruz.
Ey arayan kisi! ister onu gör, ister beni. Ben oyum o da ben."
Konyali Kuyumcu seyh Selahaddin Hazretleri
Yagibasan'in oglu Konya'li Zerkub (Kuyumcu) diye taninan seyh Selahaddin Feridun, Konya civarindaki bir gölün kenarinda balikçilikla geçinen bir ailedendir.
Ümmi olarak bilinen seyh Selahaddin, gençliginde Seyyid Burhaneddin'in terbiyesine girmis, onun sohbetlerinde pismis, onun feyziyle olgunlasmis, kamil bir insandir. Ayrica sems'in sohbetlerinde de bulunmus , ondan feyz almistir.
seyh Selahaddin, kuyumcu dükkaninda altin varak yaparak, helalinden para kazanmak ve manevi halini kuvvetlendirmekle ugrasirdi. seyh Selahaddin'in, Mevlana ile tanismasi ta Seyyid Burhaneddin'in manevi terbiyesi altina girdigi tarihte baslar; fakat bütün sevgilerden tamamen vazgeçip Mevlana'ya manen baglanmasina ve vakitlerini onun sohbetlerine hasretmesine sebep su hadisedir.
Mevlana bir gün seyh Selahaddin'in Kuyumcular çarsisindaki dükkaninin önünden geçmektedir. içerde varak yapmak için çekiçle altin dögmekte olan Kuyumcu seyh Selahaddin ve çiraklarinin çekiç darbelerinden çikan sesleri duyan Mevlana, o hos seslerin ahengi ile cezbelenir (Allah tarafindan manen çekilerek iradesi elden gider) ve vecd ile (kendinden geçip ilahi aska dalarak) Sema etmeye baslar. Disarida Mevlana'nin Sema ettigini gören seyh Selah addin onun, çekiç darbelerinin ahengine, ritmine uyarak Sema ettigini anlayinca, altinin zayi olmasini düsünmez ve çiraklarina, çekiç darbelerine devam etmelerini emrederek kendisi de disari firlar ve Mevlana'nin ayaklarina kapanir.
Hz. Mevlana'nin, seyh Selahaddin Hazretleri'ni Kendisine Hemdem ve Halife Seçmesi
Mevlana, son sam seyahatinde, mana yönünden sems'i ay gibi kendinde gördükten sonra, onu aramaktan vazgeçti ve kendisine seyh Selahaddin'i dost ve hemdem olarak seçti. Mevlana, sems'e duydugu muhabbet ve gönül bagliliginin aynisini seyh Selahaddin'e de gösterdi ve bu zat ile sükun buldu.
Mevlana, Allah'in cemal tecellileri içinde ruhen manevi bir alemde yasadigindan, müridlerinin irsadiyla bizzat ugrasmamis ve onlarin irsad ve terbiyesine, en seçkin, en ehil dostlarindan birini tayin etmistir. iste seyh Selahaddin, bu vazifeye ilk olarak tayin ettigi dostudur.
Mevlana, seyh Selahaddin'e yalniz manevi bir bag ve içten gelen muhabbetiyle kalmadi, onun kizi, hakkinda: "Benim sag gözüm" diyerek iltifatta bulundugu Fatma Hatun'u, oglu Sultan Veled'e almak suretiyle aralarinda bir akrabalik bagi da kurdu.
seyh Selahaddin Hazretleri'nin Olgunlugu
Mevlana'nin, sems ile dostlugunu çekemeyenler bu sefer de Mevlana'nin seyh Selahaddin'e gösterdigi yakinliga hased etmeye basladilar. seyh Selahaddin'i, ü mmidir diye, yüksek irsad makamina layik görmüyorlardi. sems'e yaptiklari gibi küstahliga kalkistilar.
Kendisine kötü düsümce ile bakan bahtsiz, zavallilara seyh Selahaddin:
"Mevlana, beni yalnizca herkesten üstün tuttu da bu yüzden inciniyorsunuz. Bilmiyorsunuz ki, benim apaçik bir görünüsüm yok, ben bir aynayim.
Mevlana, bende kendi yüzünü görüyor; ne diye kendini seçmesin?
O, kendi güzelim yüzüne asik; bundan baska bir fikre düsmek, kötü bir sey." Diyerek, kemal ve mahviyyetini (ileri derecede alçak gönüllülügünü) göstermistir.
Mevlana ile seyh Selahaddin, on yil birbirleriyle adeta mest olarak görüsüp sohbet ettiler; ayrilik mahmurlugunu tadmadan, visal aleminde safalar sürdüler.
Nihayet seyh Selahaddin hastalandi ve ebedi aleme göçtü (1259).
Çelebi Hüsameddin, vaktiyle Konya'ya göçmüs bir soylu ailendendir ve dogum yeri Konya'dir (1225). Çelebi lakabini kendisine veren Mevlana'dir.
Gençliginin ilk yilarinda, Ahilerin seyhi olan babasini kaybeden Çelebi Hüsameddin, zamanin bütün ulu kisileri ve seyhlerinden yakin alaka ve himaye gördügü halde, bütün hizmetkarlari ve arkadaslariyla, Mevlana'nin terbiyesinde yetisip olgunlasmis, kamil insan olmustur.
Mevlana'nin Çelebi Hazretleri'ni Kendisine Hemdem ve Halife Seçmesi
Mevlana, seyh Selahaddin'den sonra kendisine hemdem ve halife olarak Çelebi Hüsameddin'i seçti ve dostlarina söyle dedi:
"Ona bas egin, önünde acizcesine kanatlarinizi yere gerin! Bütün buyruklarini yerine getirin; sevgisini caninizin ta içine ekin.
O rahmet madenidir, Allah nurudur." Mevlana'nin bu buyrugu üzerine, bütün dostlar ona itaat ettiler. Sultan Veled'in diliyle:
"Bütün dostlar, onun lutuf suyuna testi kesildiler. sems'e ve seyh Selahaddin'e yapmis olduklari asagilik hareketlerden kurtulmuslar, edeplenmislerdi. Haset etmeden çelebi Hüsameddin'e itaat ettiler."
Çelebi Hüsameddin on bes sene Mevlana'nin serefli sohbetinde bulundu. Mevlana'dan sonra da dokuz sene irsad makaminda, Mevlana'nin postunda oturdu.
Mevlana, ancak Çelebi Hüsameddin'in bulundugu mecliste rahat bulur, huzur duyar, cosup manalar saçar, hakikat ilminden bahisler açardi. Mevlana'ya göre, hakikatler memesinden manalar sütünü emip çikaran Çelebi Hüsameddin'dir. Mesnevi'sinde bu manaya isaretle söyle der:
"Bu söz, can memesinde süttür. Emen olmadikça güzelce akmiyor.
Dinleyen susuz ve arayici olursa, va'zeden ölü bile olsa söyler.
Dinleyen yeni gelmis ve usanmamis olursa dilsiz bile sözde bülbül kesilir.
Kapimdan içeri, na-mahrem girince, harem halki, perde arkasina girer, gizlenir.
Zararsiz ve mahrem birisi gelince de o kendilerini gizleyen mahremler, yüzlerindeki perdeyi açarlar.
Bütün güzel, hos ve yarasan seyler, gören göz için yapilir. Çengir zir (en ince) ve bam (en kalin) nagmeleri, nasil olur da sagir kulak için terennüm edilir?
Allah, miski beyhude yere güzel kokulu yapmadi. Koku duyan için yaratti; koku almayan için degil."
iste islami tasavvuf edebiyatinin en büyük didaktik saheseri olan Mesnevi'yi Çelebi hüsameddin, Mevlana'nin tükenmez bir hazineye benzeyen ruhundan çekip çikarmistir. Mevlana'nin kirk yil samimiyetle hizmetinde, sohbetinde bulunan Sipehsalar, Risalesinde, Çelebi Hüsameddin'in degerini su cümlelerle belirtiyor:
"Hakikatte Hudavendigar hazretlerimizin tam mazhari Çelebi Hüsameddin idi ve bütün Mesnevi-i serif onun ricasi ile yazilmistir. Bütün tevhid ve ask ehli, kendilerine bahsedilen mesnevi'nin yalnizca yazilmasi hususunda, kiyamete kadar Çelebi Hüsameddin'e tesekkür etseler, yine sükran borçlarini ödeyemezler."
Mesnevi-i Ma'nevi'nin Yazilisi
Eflaki, Mesnevi'nin yazilip tamamlanmasini anlattigi bahiste diyor ki:
"Mevlana Hazretleri, asil kisilerin sultani Çelebi Hüsameddin'in cazibesi ile heyecanlar içerisinde Sema ederken, hamamda otururken, ayakta, sükunet ve hareket halinde daima Mesnevi'yi söylemeye devam etti. Bazen öyle olurdu ki, aksamdan baslayarak gün agarincaya kadar birbiri arkasindan söyler, yazdirirdi. Çelebi Hüsameddin de bunu süratle yazar ve yazdiktan sonra hepsini yüksek sesle Mevlana'ya okurdu. Cilt tamamlaninca Çelebi Hüsameddin, beyitleri yeniden gözden geçirerek gereken düzeltmeleri yapip tekrar okurdu."
Bu sekilde dikkatlice 1259- 1261 yillari arasinda yazilmaya baslanilan Mesnevi, 1264- 1268 yillari arasinda sona erdi.
Hz. Mevlana'nin Baki Aleme Göçüsü
Mevlana, Çelebi Hüsameddin ile tam onbes sene güzel demler, hos sefalar sürdü. Bu müddet zarfinda bahtsizlarin fitne ve hücumundan uzak, huzur ve sürur içinde yasadi. Dostlari onun cemalinin nuruna pervane olmuslardi. Mevlana, artik son anlarini yasadigini, özledigi ebedi cemal alemine kavusacagini anlamisti. Ansizin hastalanip yataga düstü.
Mevlana'nin hastalik haberi Konya'da yayildigi zaman ahali, sifalar dilemeye, gönlünü, duasini almaya geliyorlardi.
seyh Sadrettin (?- 1274) de talebeleriyle birlikte Mevlana'ya geçmis olsun demeye geldi ve çok üzüldügünü beyan edip:
"Allah yakin zamanda sifalar versin. Hastalik ahirette derecenizin yükselmesine sebeptir. Siz alemin canisiniz, insaallah yakin zamanda tam bir sihhate kavusursunuz." Diye temennide bulundu. Bunun üzerine Mevlana:
"Bundan sonra Allah sizlere sifa versin. Asikin masukuna kavusmasini nurun nura ulasmasini istemiyor musunuz.?"dedi. seyh Sadrettin, yanindakilerle birlikte aglayarak kalkip gitti.
Mevlana, dostlarina ve aile efradina, bu dünyadan göçecegine üzülmemelerini söylüyordu.; fakat onlar, bedenen de olsa, bu ayriligi kabullenemiyorlar, aglayip inliyorlardi.
Mevlana'nin hanimi Mevlana'ya hitaben:
"Ey Alemin nuru, ey ademin cani! Bizi birakip nereye gideceksin?" diyerek agliyor ve ilave ediyordu.
Hüdavendigar Hazretleri'nin dünyayi hakikat ve manalarla doldurmasi için üçyüz veya dörtyüz yillik ömrünün olmasi lazimdi."
Mevlana'da cavaben:
Niçin? Niçin? Biz ne Firavun ve ne de Nemrud'uz, bizim toprak alemiyle ne isimiz var, bize bu toprak aleminde huzur ve karar nasil olur? Ben insanlara faydam dokunsun diye dünya zindaninda kalmisim; yoksa hapishane nerede ben nerede? Kimin malini çalmisim? Yakinda Allah'in sevgili dostunun, Hz. Muhammed (SAV)'in yanina dönecegimiz umulur." Dedi
Hz. Mevlana'nin Tavsiye Ettigi Bir Dua
Mevlana son demlerinde iken, dostu Siraceddin Tatari'yi yanina çagirarak, kendisine su duayi ögretmis ve sikintili zamanlarinda okumasini tavsiye etmistir:
"Ya Rabbi! Bana ne senin zikrini unutturacak, sana sevkimi söndürecek, seni tesbih ederken duydugum lezzeti kesecek bir hastalik; ne de beni azdiracak, ser ve kötülügümü artiracak bir sihhat ver."
Ey Merhamet edenlerin merhametlisi!
Merhametinle bu duami kabul et.
Hz. Mevlana'nin Dostlarina Tavsiye Ettigi Dua
Ya Rabbi!
Bana, ne senin zikrini unutturacak, san sevkimi söndürecek , seni tesbih ederken duydugum lezzeti kesecek bir hastalik; ne de beni azdiracak, ser ve kötülügümü artiracak bir sihhat ver.
Ey merhamet edenlerin merhametlisi merhametinle duami kabul et.
Hz. Mevlana'nin Sabah Namazindan Sonra Okuduklari Dua
Allah'im kalbimi nurlandir, kulagimi nurlandir, gözümü nurlandir, saçimi nurlandir, derimi nurlandir, etimi nurlandir, kanimi nurlandir, önümü nurlandir, ardimi nurlandir, altimi nurlandir, üstümü nurlandir, sagimi nurlandir, solumu nurlandir, Allahim! nurumu artir, bana nur ver. Ey nurun nuru ey merhametlilerin merhametlisi Allahim merhametinle beni nur et.
Bu dua, ismi güzel, cismi güzel, teni güzel, cani güzel, ruhu güzel, huyu güzel Efendimiz (Sallallahu Aleyhi Vesellem)'in dilindendir.
Hz. Mevlana'nin Vasiyeti
"Ben size, gizli ve aleni, Allah'dan korkmanizi,
az yemenizi,
az uyumanizi,
az söylemenizi,
günahlardan çekinmenizi,
oruç tutmaya ve namaz kilmaya devam etmenizi,
daima sehvetten kaçinmanizi,
halkin eziyet ve cefasina dayanmanizi,
avam ve sefihlerle düsük kalkmaktan uzak bulunmanizi,
kerem sahibi olan salih kimselerle beraber olmanizi vasiyet ederim.
insanlarin hayirlisi, insanlara faydasi dokunandir.
Sözün hayirlisi da az ve öz olanidir.
Hamd, yalniz tek olan Allah'a mahsustur.
Tevhid ehline selam olsun."
seb-i Arus
irfan ve sevgi günesi Mevlana, 5 Cemazelahir, 672 (17 Aralik, 1273) Pazar günü gurup vakti, bütün parlakligi ile, bütün güzellikleriye gülerek ebediyet aleminin semasina dogdu. Mevleviler, o geceye seb-i Arus derler.
Hz. Mevlana'nin Cenaze Merasimi
Müslüman olan, müslüman olmayan, küçük, büyük ne kadar Konyali varsa hepsi, Mevlana'nin cenaze merasimine katildi.
Müslümanlar, müslüman olmayanlari sopa ve kiliçla savmaya çalisarak, onlara:
"Bu merasimin sizinle ne ilgisi vardir? Bu din sultani Mevlana bizimdir, bizim imamimizdir," diyorlardi.Onlar da su cevabi veriyorlardi:
"Biz Musa'nin isa'nin , ve bütün peygamberlerin hakikatini onun sözünden anlayip ögrendik. Kendi kitabimizda okudugumuz olgun peygamberlerin huy ve hareketlerini onda gördük. Sizler nasil onun muhibbi müridi iseniz, bizde onun muhibbiyiz.
Mevlana Hazretleri'nin zati, insanlarin üzerinde parlayan ve onlara iyilikte, cömertlikte bulunan hakikatler günesidir .Günesi bütün dünya sever. Bütün evler onun buruyla aydinlanir.
Mevlana ekmek gibidir. Hiç kimse ekmege ihtiyaç duymamazlik edemez. Ekmekten kaçan hiçbir aç gördünüzmü?"
Mevlana'nin vasiyeti üzerine seyh Sadrettin, Mevlananin namazini kildirmak üzere niyetlendiginde dayamayip bayginlik geçirdi. Bunun üzerine namaza Kadi Siraceddin imamlik etti.
Hz. Mevlana'ya Yesil Kubbe
Mevlana'ya, Yesil Kubbe denilen Türbe, Sultan Veled ile Alameddin Kayser'in gayreti ve Emir Pervane'nin esi (Sultan II. Giyaseddin Keyhüsrev'in kizi) Gürcü Hatun'un yardimlariyla Çelebi Hüsameddin zamaninda yapildi.
Türbenin mimari, Tebrizli Bedreddin'dir.
Selimoglu Abdülvahid adli bir sanatkar da Mevlana'nin kabri üzerine, selçuklu oymaciliginin saheseri olarak kabul edilen, büyük bir ceviz sanduka yapmistir. Bu sanduka bugün, sultanü'l Ulema Bahaeddin Veled'in kabri üzerindedir.
Hz. Mevlana'nin Ölüm Hakkinda Düsünceleri
"Ölüm günümde tabutum yürüyüp gitmeye basladi mi, bende bu cihanin gami var, dünyadan ayriligima tasalaniyorum sanma; bu çesit süpheye düsme.
Bana aglama, yazik yazik deme. seytanin tuzagina düsersem iste hayiflanmanin sirasi o zamandir.
Cenazemi görünce ayrilik ayrilik deme. O vakit benim bulusma ve görüsme zamanimdir.
Beni kabre indirip birakinca, sakin elveda elveda deme; zira mezar cennetler toplulugunun perdesidir.
Batmayi gördün ya, dogmayi da seyret. Günese ve aya batmadan ne ziyan geliyor ki?
Sana batmak görünür, ama o, dogmaktir. Mezar hapis gibi görünür ama o, canin kurtulusudur.
Hangi tohum yere ekildi de bitmedi? Ne diye insan tohumunda süpheye düsüyorsun?
Hangi kova kuyu ya salindi da dolu dolu çikmadi? Can Yusuf'u ne diye kuyuda feryad etsin?
Bu tarafta agzini yumdun mu, o tarafta aç. Zira senin hayuhuyun mekansizlik aleminin fezasindadir."
"Kardes, mezarima defsiz gelme; çünkü Allah meclisinde gamli durmak yarasmaz.
Hak Teala beni ask sarabindan yaratmistir. Ölsem,çürüsem bile, benim yine o askim."
Ölümümüzden sonra mezarimizi yerde aramayiniz. Bizim mezarimiz ariflerin gönlündedir.
Kaynak: HayNet
Hazirlayan: Muhammed Faruk
Kime köle Kime Vefa
DELİKANLI, kan dâvâsı yüzünden, yıllar boyu yaşadığı bölgeyi terk ederek doğudaki küçük bir köye kaçmış. Bu arada parası bittiğinden, karnı zil çalıyormuş. Köye girdiği zaman, etli bir yemek kokusu duymuş derinden. Bir de davul sesleri. İster istemez o tarafa yönelince, bir düğün şenliği görüp, sessizce süzülmüş bahçeden içeriye. Ağaçların altında, belki yirmi tane masa bulunuyormuş. Onların yanında da, bir çok iskemle. Tam birine oturmaya niyetlenirken, bir çocuk gelmiş yanına: "Ağam sizi çağırıyor!." diyerek. Delikanlı, davetsiz misafir olduğu için, biraz endişeliymiş. Fakat köymüş burası, davetiye falan istemezlermiş. Merakla gitmiş ağanın yanına, selam vermiş ayakta dikilirken.
Köy ağası, onun başka yerlerden geldiğini, daha bahçeye girerken anlamış. Her misafir gibi oturtmuş masasına. Bu arada altına bir yastık koyarak.
Delikanlı, şaşırmış bu ilgiye. Böyle bir inceliği, kimseden görmemiş yıllar boyunca. Hatta kendi ailesinden bile. Üstelik hep ezilmiş onlar tarafından, kanlıları sanki yetmezmiş gibi.
Yastığa otururken, bir anda gönlü ısınmış ağaya. O köyde yaşamaya, o adama köle olmaya karar vermiş. Karnının doyması yetermiş ona. Başka bir şey aklından bile geçmiyormuş. Ağa kabul edince, onun yanında iş tutup, canla başla, ırgat gibi çalışmış, bir gün bile halinden şikayet etmeden. Ağa, her fâni gibi, günün birinde dünyadan ayrılmış. Delikanlı artık olgun biriymiş ama, her nedense kendisini garip hissedip, köyü birkaç gün içinde terk etmiş. Zaten bekârmış. Hiç bir engel yokmuş onu tutacak. Aylar boyu dolaşmış ortalarda. Bir gün yine bir bahçede düğün görene kadar.
On yıl öncesi gibi, girmiş içeri. Yine davet edilmiş ağanın yanına. Zaten bunu istiyormuş bütün kalbiyle. Hayatını değiştiren bir olayın tekrarını ümit ederek.
Yanına gittiğinde, birkaç tane minder görmüş, yere serilen bir kilim üstünde. Fakat ağa hiç birine oturmuyormuş. Babacan tavrına rağmen, her nedense diğer ağa gibi yapmamış. Sadece "hoş geldin!." demiş, güler bir yüzle. Bizimki çökmüş adamın yanına. Ona iyi bir ders vermek niyeti ile. Bir minder alarak üstüne otururken, daha önceki ağayı anlatmaya başlamış. Basit bir minder yüzünden, o adama nasıl bağlandığını, bu yüzden on yıl boyunca kul köle olduğunu; insanoğlunun işte böyle hassas bir ruh taşıdığını falan...
Yaşlı adam, onu hayretle dinliyormuş. Misafirin sözü bittiği zaman, ona belinden alt kısmını işaret ederek:
— Ben de yastık kölesiyim, diye tebessüm etmiş. Bana yastık verene kulluk ediyorum. Genç adam, işte o an fark etmiş, her insanı yumuşak bir minderle yaratanı. O yastığa oturtup, bin bir türlü nimetleri ikram edeni. Altına koyduğu sahte yastığı, fırlatmış bir kenara, yaşlı adam gibi bağdaş kurarken. İki ağa, yan yanaymış şimdi bahçede. Çorba, et ve pilav varmış sofralarında. Bir de şanslı kölelerin yaşadığı mutluluk.
( Oberaden Rahmet Gençliĝi )
Köy ağası, onun başka yerlerden geldiğini, daha bahçeye girerken anlamış. Her misafir gibi oturtmuş masasına. Bu arada altına bir yastık koyarak.
Delikanlı, şaşırmış bu ilgiye. Böyle bir inceliği, kimseden görmemiş yıllar boyunca. Hatta kendi ailesinden bile. Üstelik hep ezilmiş onlar tarafından, kanlıları sanki yetmezmiş gibi.
Yastığa otururken, bir anda gönlü ısınmış ağaya. O köyde yaşamaya, o adama köle olmaya karar vermiş. Karnının doyması yetermiş ona. Başka bir şey aklından bile geçmiyormuş. Ağa kabul edince, onun yanında iş tutup, canla başla, ırgat gibi çalışmış, bir gün bile halinden şikayet etmeden. Ağa, her fâni gibi, günün birinde dünyadan ayrılmış. Delikanlı artık olgun biriymiş ama, her nedense kendisini garip hissedip, köyü birkaç gün içinde terk etmiş. Zaten bekârmış. Hiç bir engel yokmuş onu tutacak. Aylar boyu dolaşmış ortalarda. Bir gün yine bir bahçede düğün görene kadar.
On yıl öncesi gibi, girmiş içeri. Yine davet edilmiş ağanın yanına. Zaten bunu istiyormuş bütün kalbiyle. Hayatını değiştiren bir olayın tekrarını ümit ederek.
Yanına gittiğinde, birkaç tane minder görmüş, yere serilen bir kilim üstünde. Fakat ağa hiç birine oturmuyormuş. Babacan tavrına rağmen, her nedense diğer ağa gibi yapmamış. Sadece "hoş geldin!." demiş, güler bir yüzle. Bizimki çökmüş adamın yanına. Ona iyi bir ders vermek niyeti ile. Bir minder alarak üstüne otururken, daha önceki ağayı anlatmaya başlamış. Basit bir minder yüzünden, o adama nasıl bağlandığını, bu yüzden on yıl boyunca kul köle olduğunu; insanoğlunun işte böyle hassas bir ruh taşıdığını falan...
Yaşlı adam, onu hayretle dinliyormuş. Misafirin sözü bittiği zaman, ona belinden alt kısmını işaret ederek:
— Ben de yastık kölesiyim, diye tebessüm etmiş. Bana yastık verene kulluk ediyorum. Genç adam, işte o an fark etmiş, her insanı yumuşak bir minderle yaratanı. O yastığa oturtup, bin bir türlü nimetleri ikram edeni. Altına koyduğu sahte yastığı, fırlatmış bir kenara, yaşlı adam gibi bağdaş kurarken. İki ağa, yan yanaymış şimdi bahçede. Çorba, et ve pilav varmış sofralarında. Bir de şanslı kölelerin yaşadığı mutluluk.
( Oberaden Rahmet Gençliĝi )
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)